12 Haziran 2009 Cuma

Yeni yıl, Yeni yıl, Yeni yıl, biiiizzlere kutlu olsun......

Az kaldı 2008'in sonuna, 2009'un en başlarına...

Hangisi daha iyiydi ya da iyi olacak göreceğiz hep beraber... Ama anlamsız hafta sonunun en güzel haberi 2009'un Boğaların yılı olacak olmasıydı... Hani bende Boğa yaaa, üstüme alındım kazara...Yoksa yok bir beklentim 2009'un benim yılım olması ile ilgili.. Onun getireceklerini 2008 götürdü sanırım yeterince...

Ama madem New Year is coming, o zaman New Year resolution'larda her sene olduğu gibi coming...

Ben, senin yılın, bomba geçecek, aşk top yapacak, para'da, sağlık'da akciğerlere biraz dikkat et bu kadar sigaradan kanser olacaksın artık, arkanı kolla, önüne iyi bak, hor görme, çok sevme'lerdense seçim şansı istiyorum 2009 için... 01.01.2009 sabahı kalkayım depderin bir uçurumun önünde... Atlamakta bana kalsın, basıp geri bir adım atmakta... İntihar falan değil, yapacağımda yok zaten, he verseler şansı nasıl davranırdım, onunda hayalleri ile baymayayım sizi... Ben atlamayı seçenlerden olurdum büyük ihtimal ile... Kandıramazlar bu saatten sonra beni, 2009 senin yılın geyikleri ile... Atlarrrrrr ve bir sonraki hayatımda denerdim şansımı... Concept'e inanmayanlar illaki geri gidecek, onlar için maalesef bir çözümüm yok. He birde yılbaşını kutlayınca yada yeni yıl için birşeyler dileyince çam ağacının kozalaklarının narin popolorına gireceğine inananlar var, kendi deyimleriyle öteki tarafta... Onlara da tek tavsiyem, burdayken bu dünya ile uğraşmaları... burası bu kadar zorsa, training'i sıkı tutmak lazım, belli öbür taraf daha bir kasacak...

Hayat ne acılar, ne mutluluklar, sevinçler, başarılar getiriyor insanlara... Ama bir o kadar da karmaşa... Hiç mi tepe taklak olmadan bitmeyecek gün? Hiç mi "ohhh be bugünü beyne, kalbe, ruha zararsız atlattım" diyemeyeceğim? Herkesin derdinin kendine ağır, önemli olduğunu çok iyi bilenlerdenim... He benimde tek derdim aşk, meşk, gönül meseleleri değil zaten... Ben hatta ve aslında derdimin ne olduğunu bile tam bilenlerden değilim... Konuşamıyorum deyip, çok konuşanlardanım...Anlatamıyorum deyip, herşeyi en detayına halka açan...Çok çalışıyorum deyip, bütün gün bir bok yapmayanlardan bazen (ama walla bu sadece bazen!!)...Çok seviyorum deyip, zerre kadar sallamayanlardan... Bu sefer tamam deyip, yine de sözünde duramayanlar, DURMAYANlardan...

Sonlara yaklaşılan bir gündü, Atina'dan 2-3 saatlik bir araba yolculuğu ile bir uçurumun tepesine gitmiştik... Ne, nerde, neresi, adı ne, bizde gidelim... Sakin... Hatırlamıyorum, demek o kadar format'lamısım memory'i... Ama beraber gidersek, bulurum yolu diyerek, yeni yolculuklar için de yer yapayım... Çok sessiz, çok can sıkıcı, çok zorlama bir araba yolculuğu ama bir o kadar da muhteşem yollar, sokaklar, insanlar geçerek ulaşmıştık... Yerin arkasındaki hikaye mitolojiden... Kral oğlunu savaşa yollar, ve yenersen beyaz bayrak çekip gel ben seni bu uçurumun kenarında bekliyor olacağım der... Ölürsede siyah bayrak... Oğlan güçlü, savaşçı ama salak, yener, ve bu sırada aşık olur... Hatun kişi ile gemide dönerken, aşkım dağları deldi modu yüzünden bayragın rengini değiştirmeyi unutur ve siyah bayrağı ufukta gören baba, oğlunun öldüğünü sanıp kendini uçurumdan atar... Hatta mitoloji Ege denizinin adını bu kraldan aldığını savunur... ( Ben biraz Hansel ve Gratel gibi anlatmış olsamda, kral Aigeus, oğlu Theseus. İlgilenip, okumak isteyenler için...)

Ben o günde, günün şartları ve duyguları nedeniyle, hadi hoppaaaa deseler atlardım heralde... Denize adımı vermek, mitolojiyi değiştirmek falan gibi bir derdim yok.. Ki sanırım zaten onu yapamaz, sadece Atina gazetelerinde 3. sayfa haberi olurdum... Çünkü ben o zaman inanmıştım ki atlarsam değişecek herşey... Acı bitecek, belirsizlik bitecek, kafa karışıklığı bitecek, etrafa çektirilen sıkıntı bitecek, bir dönem konu ile yatıp kalkan herkes, benim yüzümden, rahatlayacak vesaire vesaire... Yedi mi, yok yemedi :)

Şimdi yer mi? Düze çıkarım dediğim bunca sürede (ki bazılarınıza göre bu süre çok kısa, hal ve tavırlardaki toparlanamama normal) hiç bir düzlük olmadı... Kader, kısmet, oldu napalım diye bir insan değilim... Kaderi de, kısmeti de bir noktaya kadar idare edebileceğimizi şiddetle savunurum... O yüzden düze çıkamama vakası kimsenin ya da hiçbirşeyin suçu, sonucu değil, tamamen bireysel ! Bunu da itiraf edince zaten, daha da kötüye gidiyor herşey... Nasıl bir mazoistlik o zaman bu diyesi geliyor insanın... Bunca zaman, bunca insan, bildiğim, yeni öğrendiğim, pekiştirdiğim, şaşırdığım, şaşırttığım, anlamayıp anlar gibi yaptığım, işime gelmediği için salağa yattığım bunca kavram... Limit mi dolduruyorum, yoksa doldu zaten çoktan taşıyor, ben yine de sallamıyorum, ahhhh gerçekten bilmiyorum! Bildiğim tek birşey var bu haftasonundan beri, o uçurumu istiyorum ben... (çok intihara meyilli oluyor bu yazının gidişatı ama, hiç işim olmaz öyle atla zıpla aaa öldü ile. Ben gittiği yere kadar gidenlerden olacağım, biletimi ona göre aldım, çok da para ödemişim belli, o yüzden bence bu kadar kanırtıyor)

Geleyim başına, en tepesinde durayım hayatımın... Önüm bomboşşşşşş, arkamsa kalabalıktan tıklım tıkış olsun (sıra ile atlayacağız ona göre)... Bir süre bırakın beni orada... Düşüneyim, güleyim, küfredeyim, yargılıyım ve sonra vereyim kararımı... Bitsin mi bitmesin mi, yürüyor muyum, koşuyor muyum, ne kadardır böyle, daha ne kadar gider, ne zaman gerçekten tekrar gülerim yüzüme yapışan sırıtmalardan kurtulup, ne zaman bırakırım ordan oraya koşturmayı hayatımın her alanında, nasil sakinlerim ben, hiç sakinler miyim acaba ve düşünce canım acır mı'yı iyice ölçüp tarttıktan sonra... Sonra.... Sonrası muamma... Dedim ya intihar planı olmadığı için, uçurum yok, atlama yok, küfredemiyorum, gülemiyorum, düşünemiyorum, karar veremiyorum, düşünce canım daha çok acırsa diye korkuyorum, daha kolay bir yolu yok mu diye merak ediyorum, denge yok, tam anlamıyla mutluluk yok, tamamen mutsuzlukta... ULTIMATE TWILIGHT ZONE!!!

Ehhhh, bugün iş çıkışı şekilli bir uçurum aramaya o zaman :)))

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder