30 Kasım 2009 Pazartesi

Ay'ım olur musunuz?

Kaç bulut geçmeli ki tepemden daha? Ya da ben üstüne çıkıp kaç tanesini gerilerde bırakmalıyım?Kaç adam "orjinalsin" demeli, sonra göklerimden kaymalı? Her zaman hepsini " yıldız" mı yapmalıyım... Aslında hep bir ay düşlerken ben...

On the footsteps of Picasso

HUMAN LOVE IS FINITE, BUT PASSIONATE LOVE IS NEVER ENDING
Ihara SAIKAKU




23 Kasım 2009 Pazartesi

Dün geceye damgasını vuran söz :)



SUCCESS IS LIKE PREGNANCY! EVERYBODY CONGRATULATES YOU, BUT NOBODY KNOWS HOW MANY TIMES YOU'VE BEEN FUCKED BEFORE...
Winston CHURCHILL

21 Kasım 2009 Cumartesi

Böyle mi yapmaya çalışıyorum acaba? Ufff, hani bu meditation rahatlatacaktı? :))



Experience praises

the most happy

the one

who made the most people

happy.
Karl Marx

Şaşkınım... @the meditation VOL.2

Bugünkü psiko-meditation'da dünyanın en göt hatunu çıktım!
Hayır insanların beni yanlış tanımasını istemem, ama hocam bayağı bir burun kıvırarak baktı çıkarken yüzüme! Kırıldım...
Suç bende değil ama! Sordu söyledim! Zorladı biraz, daha kendini ver diye! Verdim! Ben kendimi verince işin hep böyle suyu çıkıyor zaten! Burçin Syndrome! Ağır metal fazlalığı gibi birşeyim bende! Öyle hissettim gerçekten bugün kendimi!
Yalnız benim bu psiko-meditation olayını hafif açmam, biraz anlatmam lazım! Olay öyle sadece kıvır kolu, kıvır bacağı, o arada da anlat rahatla değil! Evet birşeyler kıvrılıyor illaki, en başında olduğum ve anti-esnek bir insan olduğum için kramplar var biraz, anlatıyorsunda hoca (cami imamı mı ya bu!??!) sordukça... Ama bir de kaydediyorlar seni! Oran buraya karışmış bir halde badır da badır anlatıyorsun... Şimdi böyle anlatınca size pilates'in dedikodulu versiyonu gibi gelebilir! Yok ama değil! Ciddi bir beyin yıkama var ve ben bugün farkettim ki pek bir kaptırıyorum kendimi!
Bugün uyku yoktu... Çok horladığımdan değil de, biraz daha "seni tanıyalım" moduna girdiğimiz için... (ayrıca ben horlamıyorum) Bugün bol bol "zen'im ama sessiz de kalamam" modu vardı! En azından seans sırasında! Sonra oturduk videonun ilk yarım saatini seyrettik..!! Tanrım beni baştan yarat, diyesim geldi! Hayır en çok neye üzüldüm bilmiyorum! Bu kadar vurdumduymaz, bu kadar sallapati olduğuma mı yoksa hocanın tüm söylediklerimi ikinci kere dinlemek zorunda kalmasına mı?! Onun dediğine göre bazen üç, hatta dört kere dinlemek durumları olabiliyormuş... Beni bir kere daha dinlemek, seyretmek istermiş!!!! Hadi buradan yakın, üç michelin yıldızlı bir göt'üm! Beş kere izlediği var mı bilmiyorum?! Soramadım !! Ama benim kaliteden ödün vermediğim bir kesin!!!?
Ve bir de duymanın yanında seyredince, insan daha bir fena oluyor! Ahhh, o nasıl bir surat öyle! :( OK, orayı burayı kıvırmanın - düzeltiyorum, kıvırmaya çalışmanın - illaki bir sıkıntısı var! Bir iki derse az daha esnersem, daha melek bir suratla görmek isterim kendimi! Ama en acı şeyleri anlatırken, en ezdiklerimi, yürüyüp geçtiklerimi, hiçe sayanları ve benim saydıklarımı, astığım suratları anlatırken nasıl bir vurdumduymazlık, bazen kin, genelde alay, aşağılama var suratımda... Boş vites yokuş aşağı iniyorum... Yokuş boyunca toplayabildiğim kadar şeyi, "herşeyi", toplamaya çalışıyorum! Sıkılınca, kırılınca, arabada yer kalmayınca, sallamayınca, bazen de korkunca atıyorum hepsini aşağı! Onunla beraber atamadığım parçalar beynin bagajında ama hep... İnsanlar değil sadece, işler, görevler, hobiler, seçimler de atılabiliyorlar arabadan! Hıza baktığım yok, bir yerlere çarpmaktan korktuğum da... Duvar çok uzakta diye bir hayal kurmuşum çünkü! Ve ben çok güzel araba kullanırım! Hayal ettiğim, yapmak istediğim, düzeltmeye çalıştığım, durdurmak istediğim herşey ve herkesden bahsederken de çok asabiyim! Hayal hayalliğini kaybediyor, düzen kaosa dönüyor yüzümde! Ekliyorum, deniyorum, tanımaya çalışıyorum ve herhangi en ufak bir soru işareti ya da sıkıntı da silmeye çalışıyorum! Tükenmez kalemle yazdığımı unutarak!! Hiç bir şey silinmiyor, sayfam bir bulamaç! Birbirine karışan hayatlar, zevkler, kalpler, sözler... Oysa ki biliyorum, hep biliyordum, on milyon kere de seyretsem videoyu, yine bileceğim, aslında sadece mutluluk hayal ediyorum! Öyle toz pembe dünya, uçan kuşlar, fiesta siesta değil de, beyin mutluluğumu! Yüzümde ki gülümsemenin yanında beynimde de gülücükler olsun istiyorum! Bir büyük yeşil efe ya da \\ çayır çimen // gülücüğü değil de "EvEeeEeeTTtttT :)) " gülücüğü... Neye evet, neden evet diye sorarsanız, onu da bulucam! Ne olduğunu değil de - onu heralde biliyorum - nasıl kelimelere dökebileceğimin yollarını !!
Hocam mı ne dedi?? "üçüncü seansı çarşambadan önce yapmayalım Burçin Hanım!" - e haklı, daha öncesinde benle bir seans daha kaldıramayabilir! :S :S " haftaya bir hiperaktivite uzmanımız da bize biraz katılacak!" - yuh, 30 yaşında hatuna hiperaktif tanısı konursa, ayıp bana başka hiçbir şey değil.
@the meditation VOL.3 biraz gözümde büyümekte...

20 Kasım 2009 Cuma

Benim de...

Yüreğimin özünde başka yarınlar var.
Mevlana Celaleddin Rumi

KaPaK oLsUn...


19 Kasım 2009 Perşembe

Oynatmaya az kaldı doktorum nerde? - @ the meditation VOL.1



Bir zamandır bir uçuk vakasıyla karşı karşıyayım... Hep aynı yerde çıkan, beni seven, benim artık fazla takmayıp, alıştığım bir tarz...OK, litaratüre geçmem ama, daha da çözüm bulan tek Allah'ın kulu profesör tanımadım! Ki bayağı da gezdim aralarında... Hep bir ilaç olayı, habire bir kan testi, kollar bie eroinmen kadar mor, seçilen kıyafetler her daim uzun kollu... Son noktayı söylüyorum: Bir "okuyan babaanne" modeli varmış, yarın itibarı ile ana-kız bu "babaanne"yi bulmaya çalışacağız!!!! "Anneanne" olur mu'nun cevabı yarın geleceği için, arama kümesi genişleyebilir!! ÇOk ciddiyim, ama bu ciddiyet bir yana, konu başka...
Uçuktu, uçmadıktı derken, ben bu hafta son noktanın bir önü - alternatif tıpta - aradım çözümü... Zzzzt doktora gittim, bzzzzttt semtte, çüüüüüşşşş paralar bayıldım, elde ne var diye sorarsanız; iki reçete ilaç - ki bu günde 6 hap falan yapıyor(ama lütfeeeennnn, hepsi "herbalmış"!!), bu ilaçların bir kısmı yurtdışından gelecekmiş (haydööööö), ama aslında herşeyim çok iyiymiş, bir tek ağır metal yükü almış başını gitmiş! (nedir derseniz, 2 kişi anlattı, hiçbiri tam anlatmadı, ama bu mereti sudan, havadan, dişteki dolgudan bile alıyormuşsunuz! Dolguyu hadi oldum olası sevmedim, o haketti bunu!! Ama hava, su...?! Nasıl yaşıyacağım'a cevap vermediler bir türlü?)!! Büyük hayal kırıklığı! Alternatif tıp Burçin'in sahasında tıp'sızlığa karşı 1 -0 yenik durumda! Yalnız bir tek ilk seansta verdikleri bazı tüyolar için, ben kendilerini hükmen GALİP ilan ediyorum! İlaç manyağı olan ben, ilk defa Zzzzt doktorda, bzzzzttt semtte ki, stres ve hayatın kontrolü ile ilgili bazı şehir efsaneleri öğrendin ve denemeye karar verdim! Şimdi Zzzzt doktorun tavsiyesi ile Krrrrrrt yerde psiko-meditasyon vari birşeye başladım!
Bu nedir derseniz, pelte halinizin sorular sorulup konuşanı! İki işi bir arada nadiren yapabilen ben, çoook zevk aldıysam, bazılarınız bayılır! Onlara Krrrrrt yerin bilgilerini vericem!
İlk intiba - SEVİLEBİLİR!
Ben bir anlattım, bir anlattım, sonra da horul gürül uyudum... Gerçi rüya sandığım şeyde bile halen biraz iş yaptım ama olsun! Psiko-meditasyon hocam ona da çözüm bulacak :))
Bir de gönül ile ilgili şikayetlerden konuşturdu beni... Yaş 30-1, medeni durum bekar, zaman da 21.yüzyıl olunca konuya giriş de fazla fast food cinsi... Gerçi en cırcır ağzımla kısa bir özet verdim kendisine! Sıra ve sayıda ufak hatalar yapmış olsam da... :)
Şimdi mi? Aynıyım... ama destur daha birinci seans! Kalbi psiko meditasyon merkezinde bıraktım... 30.000 km bakımı ve iç-dış yıkama üstü past cila için... Ama beyni almak gerekti, bir iş yemeği nedeniyle! İkinci ziyarette onu da verip bir rektifiyeye sokucam!
Hocam mı ne dedi? "Meditasyonu biraz daha hafif tutup, psikolojik bölüme biraz daha yönelebiliriz" :)) Bu uçuklar haybeye mi çıkıyor sanıyorsunuz? :)
@the meditation VOL.2'da görüşürüz...

16 Kasım 2009 Pazartesi

Love me do...

15 Kasım 2009 Pazar

Meyhanenin bilindik masası...

Zaman gerçekten su gibi akıp geçiyor...
Ve zamanında bulunduğunuz bir yere uzuuun zaman sonra yine uğrayıp, şaşıyorsunuz o zaman ben yine buralardaydım'larla...
Dün gece aynı meyhanenin önündeyim... Yine alkol var kanda... Başka eşlik edenler bu sefer... içlerinden bazıları belki yine kalp kırıp yarı yollarda bırakacak... Bir kısmı da - biliyorum - ve hatta eminim - bundan sonra hep yanımda, yakınlarımda olacak... Sarhoşluğun iki arasında aylar önce aynı meyhane de nasıl iki koltuk değneği bir kırık ayak ile O'nun yanında oturduğumu hatırlıyorum... Semtin kalabalık ve arnavut kaldırımlı sokaklarını, sırf O'nu görücem diye bir ayağımda beyaz converse diğerinde alçı üstü 55 numara ayak için çorapla seke seke geçmişim... Köşelerden toplamış beni... Ki alışık aslında kendisi ayak, bacak kıranlara ... Küfrediyorum kendime " adama kendini başka türlü gösteremedin mi" diye... Bana baktıkça eskiyi hatırladığı çok belli...
Dün gece hemen çaprazında sokakta içiyorum... Alçı yok bu sefer, yeni bir adam var, nerelere koyacağımı, nerede olacağını tam bilmediğim... Gözüm kayıyor aynı masaya, sigara dumanları arası.... Etrafımdakilerle konuşurken nasıl başka bir zamanda olabiliyorum ben? Nasıl o geceyi her saniyesi ile hatırlıyorum... iki koltuk değneği ve ağrı kesicilere inat bir büyük içiyorum... Meyhane çıkışı başka bir mekana zil zurna, ama koltuk değneklerinde sekerek, yardım almayacak kadar kibirli, gidiyoruz... Bünyenin istihap haddini aşan ama tef, saz, meyhane şarkıları eşliğinde bir kaç duble daha... Herkesin takdiri üzerimde!! Çünkü ben alçı üstü çorabı çıkarıp elimde mendil gibi sallayarak halay başı bile oluyorum... Sonra evine gidiyoruz, kalabalıkça.... O kadar alkole rağmen ağrının en uç noktalarındayım... Ben ayağıda bu adam için kırmamışmıydım zaten?
Nerelere gidiyor zihin... Halbuki ne kadar uzun zaman geçmişti...
29 oluyorum o gece... Bir rum tavernasında Boğaz'a karşı kutlama var... Kalbimde baş davetlim, ama O gelmiyor... Hamam ve kese sonrası mayışmış, çıkamazmış... Bir bölümünü tanımadığım masada, dondurmalı irmik helvası pasta üfleyip, Yunan şarkıları söylüyorum... Çok sarhoşuz hepimiz, tef çalmaktan eller harap... 14 cm'lik topuklular üzerinde hoplayıp zıplarken yanlış bir hamle ve garson kontrpiyede kalarak bana çelme çakıyor... O başka bir masaya savrulurken ben sağ bileği çatırrt diye yan yatırarak yerdeyim... Toparlanıp kalkıyorum, sarhoşluğumdan eser yok... Acı beyin damarlarını o kadar zorluyor ki, ulu orta kusasım var... Çöküyorum yakındaki sandalyeye, kendi doğumgünümden serçeler gibi sekerek ilk ayrılan benim... Çaktırmadan... Bindiğim takside hangi inatla bilemeden ayakkabılar hala ayağımda O'nu arıyorum ben düştüm diye... Biraz dil dökme arkası evinin önünde buluşuyoruz.... Rezilliğim ön planda ama elini bile tutmadan duvarları tırmalayarak yürüyorum... Koltuğa kendimi attığım an ayakkabıyı ayağımdan fırlattığım anla aynı... Sağ ayak saniyesinde şekil değiştirerek bir Yeti kıvamına bürünüyor... Buz poşetleri elinde ayağımı kucağına koymaya çalışırken acı değil heyecan duyduğum... İlk defa dokunuyor bana... OK, ayağıma! Aklımdan ilk geçen - Allah'tan bugün pedikür yaptırmışım - !?! O kadar salağım yani ve o kadar aşık!! "kırık yok" diyor... "ben anlarım"! Anlar heralde diyorum içimden, söylediği kitap, kanun benim için! Yatağını açıyor, ben seke seke bütün evi geçip yatağa atıyorum kendimi, hastaneye yarın gideceğiz... Ağrıdan değil saat, saniyeler geçmiyor! Adam her off'ladığımda kapıda... Rahatsız etmemek adına suratıma dayadığım yastık yüzünden boğulacağım... Sabah olmak bilmiyor ve çişim geliyor... Yataktan kıvranarak inip, kıç üstü bütün evi sürünerek geçiyorum! Artık yürümek mümkün değil çünkü!! Klozet önü pozisyonum kusmaya gelmiş olsam, bulunmaz hint kumaşı! Ama çişim var benim ve ayağa kalkamıyorum! Uzun uğraşlar, sessiz çığlıklar ve bir dolu acı gözyaşı sonrası popoyu kapağa koymayı başardığımda Everest'e çıkmışım başarısı var damarlarımda! İşlem tamamlanıp kendimi tuvaletten nasıl attığımı ve salona nasıl gittiğimi anlatmıyorum bile! Arkamda ya da altımda bıraktığım tüm parkeler yeni cilalanmış gibi parlıyor, sürünerek sürdürdüğüm aktivitelerimde... Saatler geçiyor ve uyanıp, beni koridorun yerinde otururken bulduğunda gülmeye başlıyor... Takatim kalmamış artık koskoca evi popo üstü dolaşmaya... Yatak falan gözümde yok, yerde yatıyorum! İyileştiğini umduğu ayağıma bakmasıyla üstünü değiştirmesi bir oluyor! Arka sokaktaki hastaneye gitmek üzere yola çıkıyoruz... Ayağımda beyaz çoraplar, artık yüzsüzce ağlıyorum! Ayağıma, acıma, rezilliğime, sürünmekten ezilmiş popoma, bir pandaya benzeyen makyajı akmış gözlerime... Acil'e afilli bir giriş ve derhal ilgili ortopedistin odasındayız... Ayağıma bastırdıkça benden tekme ve en kallavi küfürleri yiyen doktor O'na dönüp, "eşinizin ayağının röntgeni çekilmeli. Sanırım kırık var ve bağları koparmış" diyor... Artık kusasım var... O gülümsüyor! Tekerlekli sandalyemi itmesin diye sağa sola çarparak ilerlerken su makinasına çarpan ben'in peşinden koşmakta... Röntgene bile benimle giriyor! Aynı radrasyona maruz kalıyoruz diye, pek bir keyifliyim... Romantikliğimin içine sıçsınlar! Röntgen sonucu geliyor ve sağ ayak bitik durumda... Şekilli bir alçı yapıp, nasıl kullanıldığını öğrenmeyi son güne kadar reddettiğim iki koltuk değneği tutuşturuyorlar elime... Doktorun yardımcısı kasaya yakın bir yerde beni itmeyi bırakıp " Eşiniz hesabı ödedikten sonra gidebilirsiniz" dediğinde dayanacak gücüm kalmamış olmalı ki "O benim eşim değiiilll" diye anırıp, ödeme bankosuna tekerlekli sandalye ve uzunluğunu hesaplayamadığım alçılı sağ ayak ile bodoslama giriyorum! ACIIIIIII !!! Evime bırakıyor beni sonra, bolca sandwich ve kurabiye eşliğinde... Kapının önünde gitmesi için yalvarırken, apartmana nasıl gireceğimin hesabını hiç yapmamış olmalıyım... Arabadan bile inemezken, o kadar merdiven nasıl aşılacak??... Sonra eve nasıl tırmanılacak... Kucağına almak istiyor beni, "yok artık" diyorum! Popo üstü inme çabalarım sonuç vermeyince "babamı istiyorum" salya sümüğü ile başlıyorum zırlamaya yeniden! "Yok, hayır, olmaz"larım arasında sırtlıyor beni... Adama bir gece evvel ayak ovdurup, ertesi gün kıçı gösterdiğimde anlamalıydım aslında bu ilişkinin devam etmeyeceğini :)) Önce sekiz basamak seyrediyor popomu, sonrada bir 10 basamak... Niye kilo aldım ki ben bu kadar diye kızıyorum kendime... Yatağa yatırıyor, ilaçlarımı alıyor, her türlü ekipmanı hazırlayıp gidiyor sonra...
İşte ben ayağı böyle kırmış oluyorum...
Zaman gerçekten su gibi akıp geçiyor... Ama benim beynim bu kadar ayrıntıyı niye aynı hızla silmiyor?!
Elimde içkim, sigara molası için kalabalık grupla kapının önündeyim... Gözüm çaprazdaki meyhanenin bilindik masasında... Bir yandan da birşeyler anlatıyorum hafif peltekleşen dilimle yanımdakilere... Yeni adamın hoşuna gitmiş olmalı ki anlattıklarım dudağıma bir öpücük konduruyor... Suratına bakıyorum, gülümsüyorum... Bu kadar içki yeter, birazdan bu adamla sevişmeye gideceğim...

13 Kasım 2009 Cuma

Pardon, bakar mısınız ? Tanışmıydık ? Sevişmiş miydik?

Dünya küçük... Öyle bilmem kaç milyar olduğumuza, 150 milyon kilometre kare bir alana yayıldığımıza, bu alanın yaklaşık üç katının su olup, oralara henüz daha yayılamadığımıza hiç aldırış etmeyin!! Dünya küçük!!
Dünya ile alıp veremediğim değil konu zaten, küçüklüğe takıldım ben! Bahtsız bedevi olarak sürdürdüğüm son zamanların en bomba olaylarından biri bugün başıma geliyor ve benim suskunluğumu sona erdiriyor... Bunu yazmam gerek, bunu anlatmalıyım ki, herkese ders olsun, her yerde herkese herşeyi anlatmayın! Hele de aynı adamla yatmış olduğunuz hatuna !!!
Zor günler geçiyor... Birşeyleri sorguladığım, sessiz kalmayı tercih ettiğim, işteki yoğunluktan yastığa cm'ler kala uykuya daldığım, yeni birşeyler yapmak istediğim, ne istediğime karar veremediğim, birçok hareketimi sorguladığım günler... Ve ben bugün diyorum ki - yeter - bir mola için işin en cıvcıklı, elemanların en sorunlu, patronların en habersiz anlarında, stresten cüzzamlı bir hastaya benzeyen suratımı dik yakalar arkasına saklayıp basıp gidiyorum Boğaz'a... Telefonlar kapalı, akılda yine biraz gemi saymak var, biraz Boğaz'a bakmak, bir kahve, sonrasında belki bir çay... Allah'ın bankında otururken ve büyük kararları tankerler, küçüklerini tekne bozuntuları arasında vermeye çalışırken, adımı haykırarak koşan bir arkadaş... Tüh yakalandım'ların keyifsizliği, hatunun şen şakraklığı karşısında kaybolup gidiyor ve ben Allah'ın bankı yerine az tanıdığım şen şakrak hatun ve hiç tanımadığım hemcinsimiz ile bir cafe'deyim... Yine Boğaz'a nazır... Hızlı bilgi alışverişi sonrası, tam da kalkma çabaları öncesi şen şakrak arkadaş bir işini halletmek üzere hiç tanımadığım hemcinsi bana emanet ederek gidiyor hatırlamadığım bir yerlere... Sıkıntılı dakikalar konu arayışları içinde eriyip giderken, hiç tanımadığım hem cins ile ortak nokta kalp kırıklığı... İsim vermenin gerekli olmadığı bir tanışıklığımız ve anlatasımız var ikimizinde... Başlarda sevimli gelen konuşma ilerledikçe tedirginliklerimiz de artmakta... Konu zaten aynı, konuk karşı cins, ama be kardeşim olaylarda mı bu kadar aynı olur, ya sözler? İşgilli popolarız biz, tıngırdıyoruz illaki... Şüphelendiğimiz, sormaktan korktuğumuz, çok paralel giden hikayeyi çözüme ulaştırmanın tek yolu var... Yatak efsaneleri... İlk on dakika sonunda o kadar belli ki, zamanında aynı adama gönül bağlandığı, sabahlara kadar sevişildiği, mutluluktan uçulduğu, popo üstü yere çakılındığı, kalp kırıklığı...
Şen şakrak hatun geldi biz konunun girmememiz gereken bir yerlerindeyken... Ve şimdi eminim ikimizde hangimizin daha önce olduğunu merek ediyoruz...

5 Kasım 2009 Perşembe

Oynatmaya az kaldı...

Sabahın 6sı kalkmak için çok erken olursa....
Ayılmak için pakette kalan son sigara tam yakılırken mutfak dolap rafının çivisi gevşerse...
İçindeki her türlü cam ıvır, zıvır, tabak, çanak, bardak aynı anda tezgaha ve oradan yere inerse...
Bu iniş sırasında ödü boka karıştıracak şekilde bir gürültü çıkarsa...
Öd boka karıştığı için eldeki son sigara itina ile fırlatılıp koltuğu yakarsa...
Ufak çaplı yangın sabah 6 sendromu dolayısı ile elle söndürülürse...
Büyük parçalar elle gerisi boyuna göre dünyayı süpürecek gibi ses çıkaran elektrik süpürgesi ile toplanırsa...
Bu sesi duyan yeni alt komşu 6:41 itibarı ile kapıya dayanır, bas bas bağırırsa...
Siz süpürgenin hortumu ile komşunun popoyu tanıştırmamak için kendinizi zor tutarsanız...
Herşeyi toparladım, derken toparlanan torba toparlandığı yerden bir kere daha yere devrilirse...
Cebren ve de hile ile ama çok geç duşa girilip duşta sıcak su akmazsa...
Herşeye rağmen hazırlanılıp arka ve öne park eden iki ayrı andaval yüzünden 17 kere git gel yapılıp yola çıkılırsa...
Çıkılan yol bir kabiliyetli kamyon şoförü sebebiyle tamamen kapanmış ise...
Bu kadar hengameye işe çoooook geç kalınmış ve kallavi bir fırça yenmişse...
Bir de müşterilerin hiçbiri tek tek gelmiyorsa...
O zaman ya içten bir "ya sabır ya selamet, ya hikmet ya hidayet" çekin ya da oynatmaya az kalsın...

4 Kasım 2009 Çarşamba

Öğrenmenin yaşı yok!!

Benim vapur yandan çarklı...

Her "saklanıyorum artık" dediğimin arkası bir arayışlarda buldum kendimi... Neyi aradığımı tam bilemeden, belki de kendime bile ifade edemeden... Arayışın sonu birşeyleri bulma çabası hep sonuçsuz kaldı... Artık beyin yorgun, kalp bezmiş, gözler yaşsız, duygular sıfırlanmaya alışık, hatta yalama olmuş... Vücut derseniz farklı tatları, farklı anları denemenin verdiği tecrübe ile şaşkın! Alışacağını sandığı her arayışta yine kendine ve tek başına dönmenin verdiği alacakaranlıkla boğuşuyor şimdi...
Limanlarda kalmayı sevmemişim ben hiç, bunu anlıyorum şimdilerde... Gemilere binip başka yerlere yolculuklar hep daha cazip gelmiş... Bir gezgin ruh salı verilmiş içime, ne kalbe hüküm mümkün ne bünyeye! Yakınmanın mutsuzluğu ile yolculuğun uzunluğu arasında ziyaret ettiklerim, yeni tanışıp çok sevdiklerim, hiç sevmeyip çekip gittiklerim, mavi boncuklarım ve bir de can simidim var! Her limanı terk edişimde, oralarda kalmayayım diye son dakika koşarak yetiştiğim gemime ayak basar basmaz can simidime sarılıyorum... "Bu da olmadı, buralarda da kalamadım, çünkü ben buna, buraya göre farklıyım" Katıla katıla güldüğüm, sarılarak rahatladığım, saçmalığını her seferinde kabul edip sinirlenerek denizlere fırlattığım can simidim... Korkuyorum... Derin denizler yanında buz kesen limanlardan... Tek başımalık yanında çok kalabalıklardan... Doğrularım yanında yaptığım tüm yanlışlarımdan... Çocukluğumun yanında artık büyüyor olmaktan.... Ve en çok da yalnızlıktan... Köşemde dinlenme zamanım yine, karar veremediklerimi kararsızlıklar dünyasında bırakmak zamanım! Verdiğim kararları en iyi niyetlerle uygulama zamanım... Sevgi çok ya bu içine sığamadığı beden de, işte sırf bu yüzden fazla saklanamam ben köşelerde... Belki tırnaklarımı göstererek çıkarım yeni tek başınalığımdan, ama çıkarım yine de! Uğranacak bir sürü ilginç liman, renklerini seyredecek bir sürü açık deniz, can simidim ve arzum oldukça kalamam köşelerde... Sadece biraz toparlanma molası bu! Biraz ne aradığını, nerede aradığını pusula ile belirleme zamanları...
Bu yağmurlar ile lodosta gemi de sallar zaten....

3 Kasım 2009 Salı

Düğün, dernek,denek, dememek...


Bir düğün geçti tepemden...

Sanki ben evlenecekmişim gibi aylardır gelin ve damatla hazırlandığım düğün sonunda oldu ve bitti! Alanda satanda memnun sanırım... Ben biraz şaşkın, biraz ürkmüş, yine müstakbel bir koca bulamadan düğünden ayrılmış...

Hahahha, şaka bir yana, en önemli kural, bu yaşta bir hatun artık düğünlerde kısmet aramamalı... Ya da arama gazı ile ara gazı arasında kalıp sancılı kramplarla etrafa bakınmamalı... Neden derseniz, bizim dönem evlenmiş bitirmiş işi... Evde kalan belli sayıda, kalmayı tercih eden benim gibi tek tük, boşanan ve bu süreçte bir daha evlenmemeye and içen pek bol... Dolayısı ile arayış içerisindeysek doğru mekanda olmadığımız gibi, gelinin ayakkabısı altına kurşun kalem ile adını yazarak kendini avutmak ve her "yalnız" gözüken adama yan gözle bakmaya çalışmak gözleri kaydırıyor gecenin sonunda...

Hazırlık sürecine bakıldığında ve gelinin anlamsız tüm istek ve "kızsal" şımarıklıklarına şahit oldukça " bu adam bu kızı yarına bırakır" dediğim damat, geçtiğimiz 6 ay içerisinde benden çıkmaz olmuştu, ruhsal olarak haraptı, parası bitmek üzereydi, saatlerce cevap bile beklemeden ya da verilen cevabı bile dinlemeden konuştu, ama hep "seviyorum uleynnnn"in arkasında durdu... Ben zamanında da demiştim ya hakikaten seviyor, ya sırasını bekliyor diye... Bu deli adamda ikisi birden varmış! Dün nikah masasına kimselere çaktırmadan ayakları bağdaş kurup oturması ve "evet"ler arkası gelin kişi masa altında kibirli bir şekilde ayak arayıp çıldırırken damadın kıskıs gülmesi artık sırasının geldiğinin bir kanıtıydı sanırım... Ya da en azından bana öyle geldi...

"Sizin eşiniz hangisi", "kız tarafı mı erkek tarafı mı", "elindeki gelin zamazingosuna iyi sahip çık birşey olmasın" (darphaneyim ya ben...) gibi abuk monologları saymazsak çook eğlendim... Kahkaha atmaya kurmuştu beni gelin kişi, dolayısı ile çok içten kahkalar attım, herkesle konuştum kendimle, beynimle, ellerimle, anlatmak istediklerimle konuşamamanın inadına, bol bol dans ettim ve hatta o kadar bol etmişim ki salak kameraman/damadın en kankilerinden biri çektiği düğün cd'sinin asıl bana gönderilmesini, açık açık ve 1 şişe votka üzeri dönmeyen dili ile anlattı salona.... Densizler vardı, gözü doymamışlar, bol dedikodu yapanlar, memnuniyetsizler, gelinin tek taşını kıskananlar, damat tarafının mutsuz olduğunu iddaa edenler, pistten inmeyenler, gereksiz yere gereksiz yaşta orada burada koşan bolca çocuk (çocuk severim ama yeri belli olmalı!), çok mutlu bir gelin arkadaş, ondan daha mutlu bir damat kanka ve bir dolu anı vardı dün gece... Sevgiyi tek taşın boyu, parlaklığı ve lekeleri ile ölçmeye çalışan bir grup lüzumsuz insana sarhoş bir kafa ile damar bir nutuk çekerken, halay çekildiğini görüp, "Allahhhh, damat havasııı" diye bağırarak gitmesem, belki çok daha karizma sahibi bir hatun olarak hatırlanırdım.... Amannnnnn dedim sonra kendi kendime... Bunlarda olsun, olsun ki taş piyasası devam etsin! Bunlar sevgililerini güzel taşlar almaya ikna etsinler ki, taş ithalatı olsun... Taş ithalatı olsun ki ben işimi yapayım.... Ben işimi yapayım ki ekip devam etsin! Ne demişler, alın verin ekonomiye can verin!

Artık evlensem mi bende acaba... Canım çekti dün gece gelinlik altı beyaz Converse giymeyi, hoplaya zıplaya düğün pastası kesmeyi, bir de 6 aylık çılgınlığın, deli bakışların, pis kavgaların bir bakışa, bir öpüşe toooz olup uçmasını!