26 Şubat 2010 Cuma

Penceresinden anneannenin el sallamadığı ev....

Bizim Pamuk sizlere ömür...
Kalbimiz çok kırık, içimiz acıyor, surreal bir dönem geçmekte...
Çok çekiyor, canı acıyor, görmüyor, vücut çalışmıyor, son 1 senedir hastanelerde sürünüyoruz, neyse o olsun, artık acı çekmesin dedik... 23.02.2010 Salı günü 12:30'a kadar... O gün, o illet saatte Pamuk'um dayanamadı artık ve bize veda etti... Ve biz farkettik ki söylediklerimizin arkasında duramıyoruz... Bitsin, bizi bırakıp gitsin istemiyoruz!
Artık anneeannem YOK! 
Türkiye'de en düzgün işlediğini gördüğüm sistem cenaze işleri oldu bu hafta... Gözyaşları arasında camii, yıkama, morg, cenaze arabası, mezarlık, defin, gazeteye ilan derken en sakin durmaya çalışanlardandım... Ne de olsa ben annesini kaybetmiş anneme destek olmalıydım! 6 yaşıma kadar anne bildiğim, hayatımın her anında deli divane sevdiğim, beni çok güldüren, hayata olan aşkı ile kendine hayran bırakan anneannemdi ölen, evet... ama benim sıram değildi ağlamak için! Ben annemin kolunda, koynunda olmalı, onun gözyaşlarını silmeli, sımsıkı sarılıp, hiç unutmayacağını bildiğim annesinin kaybını paylaşmalıydım! Yaptım da sanırım... Bir yere kadar... Çok sert durdum, tuvaletlere kaçıp ağladım, yıkanırken anneannemin melekliğini seyrettim, ölümün bile benim AFET-i DEVRAN'ıma ne kadar yakıştığını düşündüm, yolunun açık olmasını, meleklerin yanına gitmesini ve gözünü bizim üzerimizden hiç ayırmamasını diledim... Sonra bir senedir geri dönemediği, her gün görmeyen gözleri ile gözyaşı döküp özlediği evinin önüne getirdiler benim Pamuk'umu... Yeşil bir araba, yeşillere sarılı bir tabut... İçinde benim anneannem varmış!?! Yalan diye anıra anıra bağırasım geldi! Ben herkes gibi kaybıma değil tabutu saran yeşil örtünün neden bir kenarının delik olduğuna ağladım! İnanmadım çünkü Pamuk'un o küçücük kutunun içinde olduğuna, çok sevdiği tülbentinin kutunun en tepesinde... Herkes konvoyu kaybetmişken, o yeşil arabayı dibinden ben takip ettim İstanbul'un lüzumsuz trafiğinde... Yalnızdım arabada çok ağladım! ama söz verdim ona, hep arkanda olacağım, yolumu tembihlediğin gibi şaşırmayacağım, seni hayatımın en son anına kadar unutmayacağım diye... Camii ne kadar kalabalıktı, Pamuk bu kadar insan tanımazdı, kimdi bu akrabaların hepsi, bu Fatiha suresi nasıl okunuyordu, dostlarımız bizi yalnız bırakmamıştı, Allah bizlere sabır ve uzun ömürler vermeliydi... Peki biraz geri alabilir miydim herşeyi... Bana dilenen onca uzun ömrün bir kısmını ben Pamuk'a verseydim? Çelenkler... Bağışlar... Kalabalık... Pamuk kalabalıkları fazla sevmez ki! Karanfili de!! bir çelenk'in üzerinde "torunları Burçin, Ceylan, Can" yazıyor... Ne zaman gönderdik böyle birşey? Fatiha'yı mı kaçırdım ben bu kadar soru arasında... Helal olsun bölümü ne zaman geldi? Helal olsun Pamuk!! Her anı, her hakkı, her gülüşün, her sözün, her bakışın, her damla sevgin için helal olsun! Yine yeşil arabayı takip ediyoruz sonra... bu sefer kimse konvoyu kaybetmiyor! Trafikteki arabalardan gelen bakışlar acıma mı içeriyor? Heyyy, bakmayın öyle! Pamuk değil o yeşile sarılı kutunun içindeki! Anneannem ölmedi benim! Ne kadar uzun bir konvoy bu.... Ortaköy mezarlığına ulaşmak için çarşamba pazarının içinden geçiyoruz, sarımsak soğanlar bir tarafta, diğerinde yemyeşil taptaze ıspanaklar, enginarlar... Bütün pazar dua ediyor Pamuk'a... kızgın değiller bize, hepsini tezgahların üzerine zıplattık diye! yürrü be Pamuk diyorum içimden! Yapacağını yaptın yine... Pazarı hep sever, Beşiktaş'ta ki pazarı kapattılar diye çok kızardı... Ve şimdi son yolculuğuna upuzun, taptaze, renk cümbüşü bir pazarı geçerek gidiyor! Mezarlıktayız işte! Ne kadar hızlı geçiyor herşey! Planlaması daha uzun sürmemiş miydi? Merdivenler tırmanarak bir çukurun başındayız... Yan tarafta hiç tanımadığım dedem yatıyor! Pamuk ile dedemin aşkı dillere destanmış, şimdi 28 senelik hasretleri bitecek yani... Bizi bırakıp gitmek bu kadar kolayken, sevdiğine kavuşmak ne kadar kısa, çamurlu ve iç bulandırıcı! Elimde menekşem var... Pamuk menekşeyi çok sever...
Çok tuttum kendimi! Ve en sonunda dayanamadım...Minicik kaldığı beyazların içinde, çamurlu, soğuk bir çukura yatırdılar anneannemi ve ben dayanamadım.... Gözyaşlarım ayakkabılarımın ve menekşemin üzerine düşüyor... sıramı bekliyorum ben, ama beklerken gördüklerim içimi çok acıtıyor... Üzerine taşlar kapanıyor Pamuk'un! Yapmayın, nasıl çıkar oradan çok güçsüz o diye bağırasım var! Ve sonra tepeleme toprak atmaya başlıyorlar... Bu kadar kürek nereden çıktı! Baba sen yapma bari!?! Anneannem o, sen örtme üstünü! Birileri elime çamurlu toprak tutuşturuyor, ben de atayım diye...Atıyorum, kendi kendime çok kızarak! Ne kadar çabuk koca bir toprak tepeceği oluştu üzerinde... Şimdi benim sıram! Çamura, bakışlara, imama, adama, kadına aldırmadan, ağlaya ağlaya tam başı sandığım yerin üzerine menekşesini ektiriyorum Pamuk'un... Bu kadar... Artık gidebilirmişiz... Son mu oldu yani? 
Çok hızlı herşey! defalarca ölüm ilanını okuyorum ve okuduğum isimler bu kadar tanıdık ama bu kadar yabancı olabilir mi? Nie rüyamda anneannemi görmüyorum! Herkes o öldüğünden beri gani gani görüyormuş rüyasında, öyle diyorlar... Benim sıram mı değil daha? torun olmak böyle birşey sanırım!?! Eşyalarını toplamaya gidiyoruz annemle... Gülüyoruz bazen, bazen başka odalara kaçıp sessizce ağlıyoruz, bazen de yanyana... annemin içi acıyor biliyorum! Annesini bir daha göremeyecek olmasından çok korkuyor! Babaevi dediği düzenin kırılan vazo gibi parçalara ayrılmasına katlanamıyor... Ve biz de ki yapıştırıcılar kırıkları yapıştırmaya yetmiyor! Bir ceketini alıyorum Pamuk'un... bir kaç yemek tarifini, dedemin ona yazdığı aşk mektuplarını, bir geceliğini... Pamuk jartiyer bile dikmiş kendine diye gülüşüyoruz! 88 yıl on dört tane battal boy çöp torbasına sığıyor... Pazartesi ihtiyacı olanlara dağıtan bir kurum alacakmış diyor annem... Bunların hepsini alsınlar ama anneannemi geri versinler diye bağırasım var! susuyorum! Benim destek olmam lazım, makaraları salmak değil!Gecenin bir körü evden çıkıyoruz... Kalbimiz çok kırık! birbirimize söyleyemediklerimiz var annemle, ama ikimizde biliyoruz ki anafikir Pamuk'u çok özlediğimiz! Bir sürü keşke'miz var, bir onun kadar isyanımız! Arabama yürürken kafamı kaldırıp ışığın kapalı olmasına hiç alışık olmadığım pencereye bakıyorum... Kapkaranlık! Penceresinden anneannenin el sallamadığı ev, ev mi artık! Ben kaç sabah anneannem öldü diye ağlayarak uyanacağım? Annemi sosyalleştirmem gerek bir an önce... Pamuk istemezdi kaybolup gitmemizi onun yokluğunda! Bugün bakımevindeki odasını toplamaya gideceğiz annemle... Zor bir gün olacak yine! yine yokluğunu, artık HİÇ olmayacağını boğazımda ve midemde hissedeceğim!
bir teselli aradım, annem " anneannen ile deden sonunda birbirine kavuştular" dedi... hiç hatırlamadığım bir adamın Pamuk'u elimden almış olması nasıl bir teselli olabilir ki diye düşündüm başlarda! sonra dün akşam anneannemin sandığının en dibinde bulduğumuz inci gibi bir yazı ile yazılmış mektupları okudum... İçim rahatladı biraz, hala iyi hissetmesem bile! 28 sene sonra Pamuk'um onu çok seven, biraz uzağında olursa sayfalarca özlem dolu mektuplar yazan kocasının koynunda şimdi... 
Benim onunla özlemimi gidermeyeyse daha zaman var sanırım..

17 Şubat 2010 Çarşamba

Benim her zamanki halim gerçi ama....

Analı kızlı... :)

Dün gece çekirdek ailemizin erkek tarafının nasıl çıldırdığına şahit olup kendisinin görüş mesafesinden fellik fellik kaçarak sabahı zor ettik, aynı çekirdek ailenin iki hatunu...

Analı kızlı prodüksiyon gururla sunar...

Kız geçen hafta Çarşamba Dolapdere'de muayene sebebiyle trafikten men edilen arabasını sivil polise eliyle teslim ederken ehliyetsiz olduğu ortaya çıkıp Gayrettepe trafik şube ve Beyoğlu Adliye arasında mekik dokuyaraktan polis teşkilatı, organize işler, yunuslar ve sivil polislerden oluşan ciddi bir ahbaplık grubu oluşturmuştu... Bir kaç gün sonrası telefonun kişiler bölümünü karıştırırken P harfindeki herkesin adının başında "polis" sıfatı olması biraz korkutucu olduğu için, artık başka vukuata karışmayacağıma dair kendi kendime sözler verdim...  He bir de arada anneme el vermişim sanırım ki dün gece kendisini Beylikdüzü karakolundan topladık...

Sebep: Arabasını soymaya teşebbüs
Sonuç: Sivili sivil olmayanı tek ayak üstünde duran bir karakol ahalisi ve içlerinden biri gizlice arayarak yardım istiyor, lütfen alın bu kadını buradan diye...
Baba: Bıktım sizden, kadınlardan nefret ettirdiniz beni...
Ben: Gidip annemi alayım ben babacım.?!
Baba: Otur poponun üzerine iki hafta üstüste karakollara gidilmez...
Anne: Beylikdüzü karakolunu muma çevirdim, şimdi olay yeri ekibi ile aracın başındayım! Yalnız niye ön camı değilde arka camı kırmış? Çalarsa ön camdan rüzgar çarpmasın diye mi? (telefonda ben koptum, arka fonda da olay yeri inceleme yarıla yarıla gülmekteydi)

Gecenin bir körü eskortlarla eve geldi bizimkiler! Ehhhh benimde evde olmam sebebiyle benim sivil polis şöyleydi, seninki böyleydi, karakolda o vardı, bu yoktu, benim arabayı bağladılar, yeddi eminler, telsiz konuşmaları geyiklerine dalınca ve çok gülünce baba şımarıklığımıza, densizliğimize, vukuat çıkarma aşkımıza ve bizden bıkkınlığına verdi veriştirdi! ama biz makaraları o kadar koparmıştık ki yerlerde yuvarlana yuvarlana güldük...

EN SONUÇ: Baba bizimle konuşmuyor... Küstü!

Ve biz - Sayar familyasının hatunları - tüm polis birimlerini seviyoruz! Başınız sıkışırsa arayın! Her türlü yönlendirme yaparız!

15 Şubat 2010 Pazartesi

Sevgililer günü mevzuları...


Tüketim toplumunun bir getirisi olarak gördüğüm sevgililer günü furyasına bu sene, hayatın tam ortasında bir sevgili olması dolayısı ile bende katıldım... Evet itiraf ederken bile utanıyorum biraz kendimden, ama önemli gerekçelerimde var benim! Birincisi bu kadar sevgilisiz ve babadan "kıyamam kızıma üzülmesin" diye gelen güllerin üzerine ilk sevgili bu! Üstelik ve ikincisi sevgilinin babası çok hasta, hiç keyfi yok.... O yüzden Bende biraz onu sevindireyim diyip kendi hazırladığım karta nasıl horladığını anlattığım en sevgi dolu ve edebi yazım eşliğinde Ulus'ta ki D'lara Chocolate and Gifts'e gittim!
Yooook artık diyorum ben! Reglinin ikinci gününde bir hatunun önüne koysanız saniyesinde bitirebileceği kadar bir çikolata düşünün (Beyler, bu çok az demek oluyor). Bu bir gıdımcık ama kalpli, jelatinli çikolataları ufak, siyah, kadife olması dışında hiç bir anlam ve önemi ve sanırım işlevi olmayan bir kutu(cuk)a koyduklarını düşünün. Sevgililer günü, üzerinde kırmızı birşeyler olsun diye de bir kırmızı pullu, simli arı maya figürü seçtiğinizi düşünün. Bir simli arı mayanın çikolatalardan nasıl daha pahalı olabileceğini de düşünün!! İnsanların sevgililerine niye simle kaplı ağaç dalına asılmış kırmızı kalp çikolatalar alacağını, ve hadi aldı, niye bu kadar para vereceğini düşünün! (ben yapmadım, ama yapanın hediyeyi teslim almaya gelen şoförü ile bayağı güldüm) Sevgililer gününde sevgilisiz olmanın nasıl güzel olduğunu, babadan alınan güllerle hayatın ne kadar keyifle devam ettiğini düşünün! Verdiğiniz para ile sevgiliyi tatmin etmenin hiçbir şekilde doğru orantılı olmadığını düşünün! Mesela bana öyle bir ağaç dalı gelse, ben en münasip yere monte ederdim bu kadar düşünülmeden seçilmiş bir hediyeyi... Pahalının, paranın, görüntünün değil, sımsıcak sarılmanızın, ayrılamadan tekrar birleşmenizin, fısıltılarını kulağınızda duymanın ne kadar güzel olduğunu düşünün! Düşünün ve benim gibi salak olup sevgilinin evine girerken ilk basamakta hediyeyi bir tarafa kendinizi öbür tarafa savurmayın! Hadi savurdunuz, oturup da arı maya'nın bilmem kaç TL'lik simli anteni kırıldı diye lüzumsuzca ağlamayın! Hadi ağladınız ve sevgili sizi teselli etmeye çalışıyor, teselli olun lütfen! Bir dandik anten, iki sim uğruna otuz küsür yaşında adamları şebekleştirdiğimiz için bu Sevgililer Gününde hepimizi düdüklüyorlar!
He bir de sevgilinizin çikolataya alerjisi olduğunu düşünmeyin, mümkünse BİLİN!!! Ama tek antenli, simli arı maya'ya bayıldı benim canım sevgili! Sarılıp sarılıp durdu, orama burama öpücükler kondurdu, horladığını da inkar etti biraz...  

It's exctasy....

Yaw bir bilene sormaktayım... Ne koyuyorlar bu grip ilaçlarının içine! Utanmadan bir de günde üç kere için diye yazıyorlar sonra! Bu nasıl bir kafa tanrım!? Hayat en saftorik yaşlarımda bile bu kadar toz pembe olmadı! Ota boka gülüyorum... İlk bir saatin sonunda da bir uyku bir uyku, zannedersin hazırlandım, tüm depolama tamam, kış uykusuna yatıcam!
Bıraksalar yatıcam da aslında... Şu kafa ile altı ay uyanmazmışım gibi geliyor hakikaten! Hayır, gribinde geçtiği falan yok! Ses tam bir travesti, burun sürekli akmakta, silmekten yara olmuş durumda... İyi miyim sorusunu bulutların üstündeyim diyerek yanıtlıyorum...
Haftasonu direksiyon başında uykuya dalacağım diye cam açık gitmekten daha da hastalandım sanırım!
Sevgiliyle sevişecek takat yok resmen, zorluyorum kendimi, korkuyorum da tam en güzel anında uyuya kalır mıyım diye...
Dün gece ilaç alındığı için sevgili tarafından yasaklanan alkol tüketimini yine de fosfor alalım diyerek Adem Baba'da değerlendiriyoruz... Pazar gecesi keyfimiz de dvd olacak, evin rahat koltuklarında bacaklar kollar birbirine karışarak... DVD seçerken bile uykum geldi, bir köşede oturdum bekliyorum sevgiliyi... Opsiyonları sunsun, alalım ve bir an önce atalım kendimizi eve diye! Orada bile uyukladım ya, sevgilinin hayranlığını bir kez daha kazanmış oldum sanırım! Hep de bir gülümseme suratımda! Film güzel, II. Dünya savaşı, Hitler, vur kır, gaz odası... Bayılırım! Hatta uykum arası övünmek gibi olmasın güzel bir DVD arşivim vardır konu ile ilgili... Yok bu ilaç bana mısın demiyor! Daha dil seçiminde ben yanlamışım zaten koltukta! 15. dakikada kendi horlamama sıçrıyorum koltuktan! Ben mi horluyorum?! Nerede bu ilacın prospektüsü? Yan etkilerinden biri de horlamamı? Sevgili gülüyor, kucağına yatırıyor, biraz da kafamı seviyor ve hoooop Burçin harikalar diyarında!
4 sene hollanda'da yaşamış, her türlü endorfin arttırıcı malzemeyi itina ile denemiş insan, iki dandik grip hapına osura osura uyuyorsa, ben bu tıbdan korkarım arkadaş!

12 Şubat 2010 Cuma

Elbet bir gün buluşacağız...

ama bugün aynı yandaki moddayım... Nefes alabildiğim delikler sınırlı, sezonun en ağır gribini pazar günü kendi ellerimle ve kırmızı popolu mum ile davet ettim, gözlerim bir Çinli kadar çekik ve akmakta, Tylohot denen ilacın sadece grip için değil porsuklar gibi uyumak, uyumak ve sonra yine uyumak için yararlı olduğunu keşfettim, yapmak istediğim çok şeyim yapacak takatim yok, masa başı görevine bir saat rötarlı teşrif etmeme rağmen kafayı laptop'un sıcak üfleyen tarafına koyup horul gürül uyuyasım var... Dün gece tüm uyarılara ve asabiyete rağmen oturup birde en tıkalı halde spor yapınca, bugün tam helvamın yeneceği kıvamdayım...

Bu hale gelene kadar neler yaptım neler ama... Maalesef halen daha dünyayı kurtaramıyorum... Hatta diş fırçalarken suları kapamak, gerekli olmadıkça arabayı garajdan çıkarmamak, plastikleri, yeşillikleri ve kağıtları ayrıştırmak dışında hiçbir katkım yok gibi de... Neyse bu evren herkesi affedip yokedeceği gibi bana da geçecek bir kıyak, kimseye göre bir sıfır önde ya da geride değilim...

Ufak, ufacık bir yorum sonrası başlayacağım bu uzuunnnn arada yaptıklarımı anlatmaya... bir yerlerde okudum, blog her gün yazılmazsa blog değilmiş... Neden tutulurmuş o zaman! Hmmmm... bunu yazan aynı zamanda her gün de yazan... Herşeye yazan... Çok takdir ettiklerim var bu her gün yazanlar arasında... Her gün birşeylere yorum yapmak, hadi oldu da yaptın sonra bunu kelimelere dökmek, kelimeleri yanyana getirip anlamlı cümleler kurmak, bir de üstüne bunları ilgi çekici yapmak zor zanaat! Ben yapamıyorum mesela... Ben kitlendi mi kitlenenlerdenim! Çok anlatacağı olup, doğru söz dizilimini tutturamayanlardan... Bazen anlatacaklarını anlatmaktan sıkılanlardan! dolayısı ile bu her gün yaz blog olsun, arada yazarsan bağ, çok ara verirsen dağ olur felsefesine şiddetle katılmıyorum...

Neyse gelelim uzun aranın uzun özetine....

Poponuzu kaşıyın sevgilim var benim bu aralar... Biraz şahsına münhasır, pek bir çok hiperaktif, bir erkek için fazla akıllı, çok konuşan, bol horlayan, sarıldı mı kalbini hissetiğim bir sevgili... Deli şeyler yapıyoruz beraber, en normal anlarımızda bile... Yunuslarla yüzdük bir zaman önce, uçmaya gideceğiz ben iyileşince! Mesela geçenlerde amsterdam'a kaçtık beraber... Tanıştığımızdan beri hayalimizdi zaten... Çok amsterdam'a gitmiş sevgili benim amsterdam'ımı tanıdı ilk defa... Karlı, buzlu, inanılmaz soğuk bir cumartesi 14 kilometre yürümeye gıkını çıkarmadı, evimi gördü, fotoğraflarımızı çekti, hızlı alışveriş turuma katlandı, kafaları çektik, bol bol seviştik, hatta kanala karşı odamızda süpriz yapıp şampanya bile patlattı... Muhteşem bir 3 gündü beraber... Hatta sevgili bana "seni seviyorum" dedi... Ben biraz soğuğun, biraz otun, biraz şampanyanın, bir de çok özlediğim şehirde olmanın karışımı ile teşekkür ettim... "Bu mudur" diye sordu... O zaman da çok teşekkür ettim...

Şimdi gönlünü almak için o günden beri biraz bozuk olan sevgilinin, ona güzel bir sevgililer günü süprizi hazırladım, konsepte en karşı olanlar grubunun bir üyesi olarak... tüketim toplumunun bir iteklemesi olduğunu düşündüğüm sevgililer gününde 29 küsür sene sonrasında ilk defa bir sevgilinin yanında açıcam gözlerimi... Dolayısı ile kaptırdım bende kendimi günün anlamsız ahengine, süprizler hazırladım ona... Hemde en sevebileceklerinden!

Teyze oldum ve önümüzdeki yaza iki kere daha aynı zevki tadacağımı öğrendim... Bir tuana'm var şimdi, mis gibi bebek kokan! Yaz ortalarında bir kız teyzesi daha olucam... sonra bir de çok sevdiğim bir dostumun Pıhtıcan'ı gelecek... Şu an nedir ne değildir bilmiyoruz en kısa zamanda beraber öğreneceğiz :) Ben inanılmaz bir çocukseverim! Öyle saatlerce bir çocukla vakit geçirmişliğim yok henüz! Hep en tatlı anlarını yakalar her yaşın, biraz uzayınca hoop kaçarım! Ama 4 çocuk istiyorum ben! Mümkünse fabrika top atmadan!Koloni halinde yaşamak hep hayalim olmuştur!Zor biliyorum... Muhtemelen olmayacak onu da... Sevgili de biliyor talebimi, bu sefer kartları açık oynadım! Korktuğu bir kesin, ama saygısı da sonsuz, tartışma konusu bile yapmamakta! Eeeh, şu aşamada ben üremeye katkıda bulunamayacağıma göre, dostlar yapsın ben en bomba teyze olayım diye planları yapıyorum!

Fotoğrafçılık kursuna başladım... Ansiklopedi cildi şeklinde basılmış kullanma klavuzunu hatmettim! Ters mantık işleyen her sistem bana sıkıntı vermiştir! Fotoğraçılık da öyle birşey... Bir de göz gerekiyor, sadece bakmanın dışında! Hadi o zamanla oluyormuş ve zaman ayırmak gerekiyormuş, ama ters mantığı nasıl çözücem o muamma! Otu boku çekiyorum, beğenmiyorum, siliyorum, kızıyorum kendime, insanda bir nebze de mi birşeylere kabiliyet olmaz diye, 100 tanede 2 tane beğendiğim oluyor, aman onlarla da bir övünme bir övünme, zaanedersin ilk karma sergimi açıcam! Ne yapmak istiyorsun, nedir yönün derseniz, Türkiye'de olmayan temalı nü fotoğraf! Mümkünse siyah beyaz! Yurtdışında çok örnekleri var, ciddi beğendiklerimden birine buradan tıklayın... http://www.kaptilkin.com/ Yapabilir miyim derseniz, azim taş ve aralarındaki ilişkiyi hatırlatmak isterim sizlere... Şimdilik yolun çok başındalığın heyecanı ile bakıp da görememenin siniri içinde debeleniyorum! Olacak ama!

Kalbi çok kıran adamla buluştum! Lüzumsuz bir buluşma oldu...Aslında o aynı! Ben basıp gitmişim! Kalbin kırıklarını ve beynin ona ait bölümünü daha tam onaramamışım ama gitmişim! Canımı acıtmış onu kavradım bir tek!Bir de ne kadar maganda ve tırsak olduğunu!Duygularını iki laf edip anlatamayacak insan sevmem ben! Söz acıdır bazen, ama ihtiyaçtır aynı zamanda! Şaklabanlık idare eder bir süre, ama sonra söz duymak ister insan! Bazen bir özür, bazen küfür, belki bir aşk narası, belki tek bir soru eki...! Ve bunlardan herhangi birini kullanmayı bilmeyen adama acırım ben!Acımışım da sanırım! Acımışım ki onun sessizliği arasında ben kaçıp gitmişim başka yollara!Sessizliği sevmeyen ben, katlanamamışım daha fazlasına! İyi de olmuş :)

He bir de çok traji komik bir hikayem var, birkaç gün öncesine dayanan! Aptallığımın ve deli cesaretimin birleşip bana harika bir tecrübe sunduğu...Malum yazmıştım, 2009'u ehliyetsiz kapattım ben! 12 aralık gecesi, çook keyifli bir Asmalı sonrası zil zurna arabaya binip 3 dakika sonra indirildim :) Polis, üfle, ehliyet, ruhsat, alkol, promil derken hoop ehliyet 6 ay içeride ve popocuğa 700 TL gibi bir para sıkışmış... Neyse cengaver ben yılmadım ehliyetsiz bol araba kullandım! Alkol hiç almadım... Birkaç kere yakalandım ve polis teşkilatına yüklü bir maaş kadar ödeme yaptım , torpidomda baş örtü taşıyan iğrenç bir modele upgrade oldum, ama araba kullandım! Hatta kaza bile yaptım... Sevgilinin ehliyetini yazdırarak ucuz atlattım! Aile zaten poposuna kuyruklu yıldız kaçmış olan kızlarının bu vukuatından haberdar değil! Söylemek için çok geç, yardım istemek için çok cesur olunacak bir döneme girdim! Bu kadar olayın üstüne Çarşamba akşamı kızlarla çıkılıp, bol sohbet ve güzel yemek programına katılmak üzere Nişantaşı yollarındayım... Dolapdere civarı, çileden çıkaran trafiğin günlük 4 litre su ile anlaşması üzerine Dolapdere gibi nezih bir semtin benzin istasyonunda mola veriliyor... Meşgul mevki kullanımı sonrası yola  çıkmama izin veren bir sivil polis aracı, onun önüne mal mal atlayan salak ben! 3 saniye içerisinde berbat bir trafikte plakamın anons edilmesini duyar gibi olup, hayatımda hiç tırsmadığım kadar tırstım! Ben ki kaputa adam almış, giden kamyonun altına direksiyonda sızıp bodoslama girmiş bir hatunum... Araç sağa çekilir, kendini tanıtan sivil polise ruhsat ve kimlik teslim edilir! Ehliyeti evde unuttum diye yalan atılır, çünkü tamamen salaklaşılmıştır! Gelen bilgilere göre araba muayenesi olmadığı için trafikten mendir, en yakın yeddi eminlere çekilmesi gerekmektedir. Bundan sonrasını şöyle anlatmak istiyorum:


  • Arabaya binen sivil polisden acayip tırsıldığı için izni ile baba arandı

  • Sakın sivil polise beyfendi demeyin, memur bey diyin, sinirleniyorlar

  • Benimki gibi salak bir babanız olmasın!! 80 km ileriden telefon vasıtası ile rüşvet tekli etmesin! Hayır teknoloji ilerledi ama bu kadar da değil!

  • Ehliyetiniz yoksa baştan söyleyin benim gibi kıvırmayın! Ellerinde el terminallerinin Ferrasi kırmızı bir alet var, TC kimlik numarınızı bir giriyorlar, ayakkabı numaranıza kadar çıkıyor! Kesinlikle biri bizi gözetliyor!

  • Üstelik de ehliyeti evde unuttum yalanı, şubeden bilgi kontrol edilince "hanımefendiye söyleyin ehliyeti evde aramasın, ehliyeti şubede unutmuş" diye bir anons ile madara oluyor

  • Tüm polis teşkilatına iyi davranın! Ne kadar hödük olursanız onlarda o kadar despot! Ben, ben oldum, çenem durmadı, sevdiler, çok eğlendim, işlerimi çok hızlı halledip cezalarımı 5 dakikada elime iliştirdiler!

  • Savcılığa gidip mahkemeye çıktım ehliyetsiz araba kullanmaktan... Yine bir yerlerime 697 TL kaçmış!! 

  • Bürokrasi işlemleri birbirinden 30 km uzakta farklı iki binada yürütüldüğü için akan bir göz, patlıcan bir burun ve hapşii hupşiii seslerinin havalarda uçuştuğu bir günde 6 saatim kitlendi!

  • Ehliyet halen daha yok... Haziran 10'u iple çekiyorum...

  • Sanırım daha da abartıp araba kullanmayacağım! Bu kaçıncı mesaj yani! Bir çekirge olarak daha kaç kere zıplayabilirim?

  • Aile halen daha bilmiyor ve benim vukuatlar artıyor! Bu kadarın üzerine söylersem heralde göndere uzanan bayrak direğinin üzerine bu yaşımda monte edilirim! Hayır ehliyeti kaptırmaya kızarlar ama ehliyetsiz devam etmeye ve bu kadar olaya ana karakter olarak katılmaya ne derler tahmin bile edemiyorum!
Özlemişim yazmayı blog! Daha anlatacaklarım var... Yakında yine on the air olucam :)