16 Haziran 2009 Salı

ŞaRkıLaR...

Ne çok yer ediyorlar hayatımızda aslında...

Bir dönemin şarkılarını unutup gidiyoruz, bazı dönemleri ise her hafta fasılda orada burada ardı ardına yad ediyoruz... Bir de benim TRT1 Akşam Sefa'larım var tabii... Bu aralar anneanne ile geçiyoruz karşına genelde... Yalnızsam, rakım "adalardan bir yar gelir bizlere bizlere..." naralarım arasında masaya inip konuyor... Çok yakaladım hatta kendimi, kaptırıpta eller kollar bir ahenk içinde hareket etmeye çalışırken... Ehhh anneanne varsa o zaman rakı olmuyor tabii, daha esas duruşta dinliyoruz şarkılarımızı... Bazen çok içleniyor, gözleri yaşarıyor ama genelde vukuatsız tamamlıyoruz programı...

Birde unuttuklarımız var, ama çaldıklarında çoookkk uzun zaman sonra, dınnnnkkk diye o ana, o anıya götürenlerden...Bu kadar çooook zaman sonra en acı hatırasını bile gülümseyerek, hatta kahkaha atarak hatırlatanlardan... Ey eski dost, tanıdık bildik nağme, hep tıkırdattığım tını, nerelerdeydin bunca zaman dedirtenler...

Kah Amsterdam'da kanalları tüm ihtişamı ile seyreden ama içerisinde gizlilik namına tek bir duvar bulunmayan, duşu bile şeffaf bir kabin ile örtülmüş evime götürüyorlar beni... Çırılçıplak bir adam duştan yeni çıkmış, havlusunu mikrofon yaparak "good byee my lover, goood bye my friend, you have been the one" diye kanalı inletiyor, maksat bana serenat...

Kah küçücük bir kızım, kışın ortası yazlığın çatısı aktı diye kumburgazın yürek soğutan yalnızlığında, "serserim benim deli dolu sevgilimmmm" sözleri ile Aşkın Nur Yengi'nin, o zamanların en fiyakalı icadı, elde de taşınması mümkün olan, minik bir kasa görevi görmesi içinde tasarlandığına inandığım araba telefonundan bir sevgili aramaya çalışıyorum... Anneler de çakmamalı bu arada....

İlk karaoke tecrübem geliyor sonra aklıma, ne alaka ise Shanghai'da gerçekleşmekte, ki Çinliler buna çok müsait ve istekli bir toplum onu da belirtmem gerek... "Ganbei, Ganbei" diyerek bizim " dibini görmeyen sevdigini görmesin" mantığımız ile bitirilen şişe şişe şaraptan sonra, zil zurnanında ötesinde gidilen bir karaoke barda, ilk mikrofon tecrübesi ve alkolün de etkisiyle ya ağzın içine haşırt diye sokulan ya da dişleri kırma meyilli yaklaşımlarla " you're just too good to be trueeeeeee" diye haykırmam... O kafa ile bile farketmiştim, karaoke'nin hiç benlik birşey olmadığını, insanları irite eder şekilde garip sesler çıkardığımı, ki bundan Çinlilerin bile çok feci rahatsız olduğunu... Ben yine de o gün bugündür ne zaman bu şarkıyı duysam, en yakındaki mikrofon olabilecek mekanizmaya sarılır, hoplar zıplar, ufak bir konser veririm "can't take my eyessssss of you, baarap baarap bararapppaaa" diye....Sonra birde Roxette var ki, o benim için Kartalkayadır... Bu bahsettiğim dönemde ipod, ya da benzeri podlar yok, walkman ve devamındaki zamanlarda discman belki... Discman çok büyük kayak kıyafetinin içine bir türlü sığdıramıyorsunuz, walkman Kartalkaya'nın dondurucu soğuğunda ilk yarım saatten sonra Bon Jovi Always olarak başlayıp, Kürdi'li hicazkar makamına dönmekte, donduğu için... Dolayısı ile Kartal Otel hizmette kusur etmiyor, soğuktan titreye tireye yukarı çıkarken "Spending my timeeee...Watching the days gooo by, feeling so small, I stare at the wall...Hoping that you think of me too! I'm spendinnn my timeeeee" diye donuyorum... Ayrıca bu hizmet, siste, tipide "sese gel" mantığını ve oriyentasyon kabiliyetimi de geliştirmişti... Ne zaman duymaya başlasam "tamam, yaklaştım, donmak yok, güzel bir sahlep var" diye... Bir de bir de "Απόψε φίλα με..., Απόψε είναι πια για μας, η νύχτα η τελευταία, Απόψε μείν’ ως το πρωί, και κάνε μου παρέα" var...Kazantzidis'in çok eski bir şarkısıdır... Ben bu şarkıda Atina'da bir Bouzoukia'dayım, binlerce insan, hayatımın ilk bu şekil tecrübesi... Sahnede Paschalis Terzis, bütün heryer inliyor ve benim sevgilim ve ben en ön masadayız, benim başımdan yüzlerce sepet karanfil dökülüyor...

Böyle yaaa :)) şarkılar güzel oluyor çoğu zaman, nadiren acı verselerde...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder