16 Haziran 2009 Salı

-.-- . -. .. -.-- .- ... .. -- .- .. -.-. .. -.-- --- .-. ..- --

Nedir derseniz... yok daha tam anlamıyla sıyırmadım...

Bugün Samuel Morse'un doğumgünüymüş... Saolsun google pek bir hizmette kusursuz son zamanlarda, sıkı takip ederseniz google neredeyse her gün başka şekillerde karşımıza çıkmakta... Sebebi de üstüne gelince yazmakta...

Herkes benim doğumgünümü, bende birçoğununkini kutlayıp duruyorum, bir kıyak da Samuel Morse'a...

Ahhh tamam başlığı merak edenler olacak... YENİ YAŞIMA İÇİYORUM...

Fonda da tesadüfi bir şekilde Erkin Koray çalmakta... Öyle bir geçer zaman ki... Hadi bakalım...

Otuz'a bir kala....

Süper hissediyorum kendimi...30 önemli bir yaş kabul ediliyor çünkü... Oraya gelince daha bir mütevazi davranılması tercih ve tavsiye ediliyor... Neyse ben bununla ilgili yorum ve şovumu 30 olduğumda yapacağım... Şimdi otuz'a bir var benim için... 24 saatten biraz daha fazla ve hoooop yeni yaşımdayım...

Eskiden yeni yaşa girince, hayatımda bazı şeylerin apar topar rektifiye olacağını, sıfırdan başlanacağını, nokta konulacağını, ve çocuksu bir naiflik ile herşeyin çok daha güzel olacağını sanırdım... Şu an itibarı ile alacak verecek hesabı yaparsam, sıfırdan başladığım hiçbirşey olmadı... Olaylar silsilesi birbirini takip etti, birileri bitti, diğerleri başladı... Mutluluk her daim vardı, hüzün de... Bol bol kahkaha, ipe sapa gelmez bir sürü delilik, uslanma, akıllanma çabaları, akıllanamama yaraları, söz dinlememe, dinlenmeyecek söze sapına kadar takılı kalma...Belli bir yaştan sonra sürükledim herşeyi ve herkesi peşimden... Yeni yaşların, yeni yaşamların köşesinde, kuytusunda çıktılar hep karşıma, ya da ben çekip çıkarttım onları bıraktığım eskili yaşlardan... Hiç sevmedim yalnız olmayı, yalın olmayı... Hep bir karmaşa hüküm sürdü, bu sefer doğrusundayım, dediğim yaşlarımda... Ve ben otuza bir kala öğrendim ki karmaşa insanıyım... Herşeye burnunu sokan, hatta burnu oralarda bırakıp, yeniden burun yaptıran, kalabalıkları seven, ama yinede kalabalığın en ortasında çok yalnız hissedebilen, hoplayıp zıplamaktan ödün vermek istemeyen, hoplayıp zıplarken bolca etrafa savrulup, kolunu bacağını darbeleyen ve hatta kıran, kalbi herşeye ve herkese açık olan, ama en ufak darbede kusana kadar yaralanan, söz dinlemeyen, sözünü ve özünü inatla dinletmeye çalışan...

Şu an itibarı ile bakıyorum kendime, bakıyorum geçmişe, bakmaya çalışıyorum geleceğe... 29 yaşındayım artık, bu saatlerde, 29 sene önce, annem hastanede ha doğurdum ha doğurucam, yeter artık naralarında... Şimdiyse ne idüğü belirsiz bir markanın çizgili, baba pijaması altımda, üzerimde sylvester'lı bir kazak, bir şişe johnnie'm kuruyemişim, saçımda gece kremini sürdüğüm için yüzüme değmesini istemediğim saçlarımı toplayan abuk bandanam, elimde sigaram, fonda purple rain, kendi evimin rahat olduğuna inanarak aldığım ama kısa kestirmeler sonucu bel ağrısından başka hiçbirşey vermediğini anladığım koltuğunda oturan, acıları olan, unutumadıklarına kızan, unutmayacaklarını bir kenara not alan, dostlar kazanan, düşmalarını her daim barındıran, kalp kırıklarını nasıl onarması gerektiğini bilen, hala susması gerekirken konuşan, konuşması gerekirken eli ayağı dili dizi birbirine dolanan BURÇİN'im... HAYAT'ım ben!!!!

Şimdilerde yeniden aşığım... Kim, ne, nerede, nasıl, ne zaman yok... Başka biri... Yeni biri... Geçen sene bu zamanlarda farklıydım... Güvendiğim bir adam vardı, sevdiğim, bir hayat kurarız diyerek karşıma çıkınca inandığım... Öyle her söylenene inanmam, kendi yalanlarım dışında... Buna da tam inanmamıştım... Bitti... Çok sönük bitti, yaşanan her dakikanın parlaklığına zıt... ÇOk canım acıdı... Öyle, nasıl bırakıp gitti beni, acımalarından çok, nasıl yürürüm ben onun sevgisi ve saygısı olmadan acımaları... Olmadı da zaten onun sevgi ve saygısı bugüne kadar... Vücudumu mutlu ettim aradaki farklı denemelerle... Eskiyi aramadım, daha çok eskiden kurtulmak içindi çabalarım... Kurtuldum mu? Yok hayır... Eskiye, ona, onunla yaşadıklarıma hala sıkı sıkıya bağlıyım... Ama bazen defteri kapatmak gerekiyor... Daha yazılacak çok sayfalar olsa bile, hayalinizde ona ait binlerce, yüzbinlerce, on yüz milyonlarca plan olsa bile... Ben defteri ilk defa bir ay önce kapattım.. Öncesinde de çok düşünmedim kendisini, ama kendi kendime seçtiğim her hüsranın sonu ona döndü... Şimdi?... Şimdi farklı... Yeni biri yüzünden mi diye sorarsanız, o kadar salak, o kadar saçma, o kadar sarsak değilim allahtan... Hiç olmadım...

Yeni biri, yeni yaşa, yeni bir tat diyelim... Yeni biri kalbi söküp alamaz... alsada buzlukta beklettiklerimden birini koyarım yerine... Ama yeni biri, yepyeni biri... Beni bildiğim sokaklarda kaybettirecek, bol bol kahkahalar attırcak biri... Devamı? Sıkıldım ben bu sorudan... Devam alışagelmişliktir... Benim hayatımda, ben hayat olarak, yepyeni yaşımda alışılagelmişlik yok...

Mumlarımı üflerken en sevgililerimle, annem ve babam, çarşamba akşamı, ben kendim olmayı dileyeceğim... Sonrası zaten bir an, bir zaman, beklemediğim, aniden yakalandığım bir noktada gelecek... Ve ben yine hazırlıklı olmayacağım, yine çığrından çıkacağım, yine en BEN olacağım...

Şimdi yazarken bir türlü kıramadığım şam fıstıklarıma geri dönüyorum... Ve ben HAYAT'ı otuza bir kala çooooooookkkkkk seviyorum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder