16 Haziran 2009 Salı

Bir haftasonu, üç film, bir dolu akla takılan soru, gelen fikir, yazılan karga burga not...

Okuyamayıp, seyredemediklerime, zamansızlık, uyku hali gibi force major nedenlerden dolayı sinir olma...
Bin kere ruh hali değiştirme...
Üstüne cila olarak da GIRLS OF THE PLAYBOY MANSION :)) Seviyorum ben pazar geceleri bimboları seyretmeyi...

Neyse... Filmler öyle çokkkk muhteşem, Oscar'lık olanlardan değil, ama cumartesi ve pazar beni eğlendirdi, yeter o zaman, hatta artar bile, keyfime de diyecek olmaz motto'sunu benimsemiş halimdeyim...

İlk filmim "THE JANE AUSTEN BOOK CLUB" ... Bilmeyenler için , diye bir giriş yapmıyorum, Jane Austen bilmeyenler, sizin için maalesef intro sınıfından başlamak durumundayız... O sınıfta da Allah kolaylık versin, çok kınanacaksınız... İyisi mi çabuk olun, Northanger Abbey, Sense and Sensibility, Pride and prejudice, Mansfield Park, Emma veya Persuasion'dan birini alın, açığı kapamaya başlayın...



Film California'da geçmekte ve Jane Austen hayranı olan 5 bayan ve 1 adam, pardon düzeltiyorum, 1 genç ve yummie adam , yazarın kitapları ile ilgili bir okuma kulübü kuruyorlar... Ve 6 ay içerisinde değişen hayat, duygu, sevgi, şartlarına göre değiştirerek ünlü yazarın kitaplarını okumaya ve yorumlamaya başlıyorlar...İçerisinde kırılan kapler, biten yada bitti sanılan aşklar, vefasız sevgilliler, aşktan korkma halleri, aşkta sınırları tutturamama durumları, seçimler, terk edilme, aldatılma olan; aşkın illaki kazandığı, ön yargıların kırıldığı, herkesin mutlu sona ulaştığı filmlerden... Ben niye soluksuz seyrettim, sanırım Jane Austen'i zamanında ve aslında hala deli divane sevmekten, eserlerini "parmak kadardan eşek kadar olmuş" dönemime kadar birden fazla okumuş olmaktan, ve bir de filmdeki oyuncuların taaa kendilerinden...

İkinci filmim "AŞK TUTULMASI" ... Çok öyle orasından burasından tutulur yanı yok aslında, yine de bir emek edilmiş ve saygısızlık yapmak istemem...



Filmin en matrak yanı Fenerbahçe ile ilgili yapılan espriler... Öncelikle filmde anlatılan 3-0'dan 4-3 aldığımız maçı bende biliyorum...

Sene 89...Türkiye kupası çeyrek final maçı... 85'ten beri babamın omzunda, kucağında,onun bunun kollarında maça gidiyorum... Yani 4 senelik bir geçmişim, tribünde babamdan daha fazla bir fors'um, yaşıma ve cinsime göre pek bir gelişmiş küfür haznem, donuma kadar sarı lacivert kıyafetlerim var... 9 yaşındayım bu maç oynanırken... Okula doktordan rapor almışız, Ali Sami Yen'e gitmişiz, ki en büyük ilklerden biri bu, heyecanla maçı seyrediyoruz ama durumlar berbat, ilk yarıyı 3-0 yenik bitirmişiz, bizde bitik durumdayız zaten... Babama ıslık çalmasını bilmediği için kızmamın yanında bir de bu Cimbom'a yeniliyor olmak, deli ediyor beni... İniyorum tek başıma paslı tellerin
oraya, ve tek birşey diliyorum, Bir daha annemi hiç üzmeyeceğim, tabakta yemek bırakmayacağım ve sıra arkadaşımın kokulu silgilerini parçalamayacağım, yeterki kazanalım... Sonra ikinci yarı başlıyor ve AYKUT bir vuruyor, pir vuruyor... Sadece Fenerbahçe'ye değil hepimize hayat veriyor sanki, bir gol atmışız ama maçı alıyormuşuz havasındayız... Gol istiyoruz, aynı Aykut'unki gibi... Aynı Simoviç'in o anlamsız bakışlarını tekrar ettirecek gibi... Rıdvan'ımız var o zamanlar, Schumacher'imiz, Hasan Vezir'imiz, Nezihi'miz... 4-3 alıyoruz maçı, ondan sonra kendi kendime yemin ediyorum, Fenerbahçe'den daha çok seversem herhangi birşeyi hayatımda, iki katı olarak ödeyeceğim cezalarımı...

Bunun dışında filmin başka matrak ama eminim tüm Fenerbahçelilere zamanında nasip olmuş bir totem durumu var... Biz abartıp öyle stada kadar gidip, aman hissettim diyerek maça girmemezlik hiç yapmadık, ama çoookkkk adam vardır pizza getiren, apartmanda çöpleri toplayan, bazense tamamen yanlışlıkla kapıyı çalmış olan, ve tam o sırada Fenerbahçe'nin gol atması ile birlikte oraya bir yere köşeye sıkıştırılıp, yerinden kalkması, ve hatta kıpırdaması bile gerek tatlı dil gerekse güç ile engellenen... Kendisi ile ilgilenen mercii hemen aranır ve elemanın telefonda belirttiğimiz adreste maç bitene kadar rehin alındığı belirtilirdi...
Daha ileriki yıllarda baba gelmiş, merdiven dayamış 60ına, kız 28lerinden gün almış, 29larına yaklaşmakta, potansiyel damat da Fenerbahçe ile ilgili psikopatlığını bildiği potansiyel kayınpederine güya espri yapmakta... Babama açıklaması çok zor olmuştu Vassilis'in şaka yaptığını, zaten çok haz etmediği günlerdi, "bu adam yoksa Galata, Galata diyerek öldürtecek mi kendisini" diyip durmuştu aynı günlerde... Ve ondan sonra Vassilis tüm Fenerbahçe DVD ve marşları ile Atina'ya uğurlanmış, bir sonraki hafta gelişine kadar en az bir marş ve 3 önemli maçı sular seller gibi bilmesi istenmişti... Vassilis stresten zona çıkaran en yeni Fenerbahçeli,potansiyel damat ünvanını almıştı bizim sayfalarımızda... Bu biraz filmi anlatmaktan çok Fenerbahçe'yi anlatmak oldu... Ama aslında filmide çekici yapan Fenerbahçeydi....
Ve son filmimmmm "GÜNEŞİ GÖRDÜM" ...

Dün, neredeyse haftalardan sonra,bir pazar günü ayık ve kendimdeydim... Yataklarda sürünen kadın kıyafetlerimi çıkarıp, pazar günü sinemaya gitmek ve bir de mümkünse gittiği sinemada düzgün bir Alaska Frigo yemek isteyen kadın kıyafetlerimi giydim... Seansımı tutturdum, biletimi aldım ve kuruldum sinemanın yatırmak istediğim zaman dimdik kalan, en beklemediğim anda lööönnnk diye arkadakinin kucağına yatan koltuklarına...

Bence....

  • Kesinlikle güzel bir emek harcanmış...
  • Kesinlikle çok takdir ettiğim oyuncular var ve çok güzel oynuyorlar...
  • Kesinlikle çekimler güzel, ancak kesinlikle bazı haller izleyiciye bu kadar belli edilmemeli... Mesela ben daha tren'in tünele ilk girdiği sahnede, bundan sonra her dönüm noktasında bir posta tünele gireceğiz diye biliyordum...
  • Kesinlikle önemli konular, hatta belki de tek tek hepsi bir değil birkaç film oluşturacak kadar...Kürt olmak, kadın olmak, eşcinsel olmak, topraklarını bırakıp gitmek, hiç bitmeyen kan davaları, savaş... Ve hepsinin ortasında çocuklar...

Ama mesela aklıma takılan sorular yok değil....

  • Türkiye'de ki travesti popülasyonu nedir? Çünkü bu filmi izleyince korktum biraz, elde kalan son adamlarda yavaş yavaş travesti mi olacak diye...
  • Bir tırın kasasında boğulmak üzere olan bir dolu kaçak insan ile bir anda Danimarka'da nezih, oksijeni bol ortam arasında ben mi bir sahne kaçırdım yoksa orayı bizim fantezimize mi bırakmışlar?
  • Travesti olan kardeşin, filmin son sahnelerinde Galata köprüsünde abileri ile cebelleşirken, bacaklarının güzelliği nedir öyle?? :)))

Üç film, bu kadar laf salatası...Bir de böyle festival zamanı falan geldiğini, nisan sonlarına doğru ve benim günde 2-3 filme birden gitiğimi düşünün... Block'larsınız siz beni artık :))

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder