31 Ekim 2009 Cumartesi

Bana bulut ve yağmur hediye eder misiniz?

Bu yağmurları seviyorum ben... Soğuması gerekiyordu zaten artık soluduğum havanın! Bütün kapıların kapanıp evimde, peteklerin ısınması gerekiyordu... Dışarıdaki yağmur ve fırtınayı gördükçe battaniyemin altında - yüzümde en mutlu gülümsemem ile - daha bir kıvrılmam gerekiyordu! Yapılan tüm planların soğuk hava sebebiyle iptal edilmesi ve benim bunu en hallicesinden "hurraaaaaa"lar ile karşılamam gerekiyordu...
Ve işte oldu...
Yağmur dur durak bilmiyor, hava en sevdiğim grilerini giymiş... Akşam için yapılan tüm planlar hava muhalefeti ve kanlarına griyi sokmak istemeyenlerin rehaveti ile iptal! Havanın karanlığı içimi aydınlatıyor...
Sebepsiz yere mutluyum :) Bir de bir huzur var, bir huzur var, popoları kaşıyalım lütfen nazar değmesin!

27 Ekim 2009 Salı

Hooop sıradaki takıntı lütfen...

Bir elim arabanın direksiyonunda, ama arada bir kulağımdan kayan telefonu da sabitlemekte kendisi... Diğerini neden mi kullanmıyorum, onunla kendimi parçalıyorum... Nasıl mı? itina ile burun etrafı ve içini koparıp, kabuk bağlatarak... İlk aşama zevksiz ama kabuk olup kabukları kopardıkça kendimden geçmekteyim...
Farkettim mide bulantısı ile karışık bir korku kapladı içinizi... Haklı olabilirsiniz, her mide kaldırmamakta herşeyi... Ama korkmaya hiç gerek yok, başka kimsenin burnunun çemkirmiyorum, odak noktam sadece kendim...
Bu işlemi bir süredir yaptığımı farkettiğimde sanırım iki ay falan geçmişti üzerinden... İlk panik dışarıdan nasıl gözüktüğü üzerineydi bu yeni takıntımın... Sonuçta hoş bir manzara değil, ayağımda 12 cm topuklar, ceket pantalon, ve parmak burnun içinde, kanırttıkça kanırtıyorum... Allah'tan yırttım durum böyle değil, görüntü de... Zaten aksiyonu gerçekleştirirken de yalnız olmaya dikkat ettiğimi farkettim...
Arada bir yakalıyorum kendimi ve o aralardan birinde aklıma geldi bundan öncesinde nelere takıldığım... Hep bir zarar verme çabası mevcut :) Ne desem, nasıl anlatsam bilemedim size...

Bir dönemler kaşlarımı koparırdım... Bir süre sonra rutine bağlayan bu hareketim sayesinde bir dönem kaşsız dolaştığımı ve duruma - kendi kendime yapmama rağmen - çok ağladığımı bilirim... Kaşları koparır, sonra 0,5 kalemin ucu ile onları parçalara bölerdim... Mantık ne, neden ve ne yapmaya çalışıyorum hiç bilmiyordum, halen daha da bilmem açıkçası! Sonra ne olduysa oldu bu dönemi kapattık :) Kaşlar yeniden uzadı, ağlamalar bitti...

Her döneminde 29 küsür senenin tırnak yedim ben... Son 6 aydır pek bir istikrarlıyım, ama bu istikrar ile küçük bir Afrika ülkesi refah düzeyine ulaşabilirdi de... Ben ne yaptım? Tüm bu yatırımı bir kuaföre yaptım... Sonuç, tırnak yemiyorum, her hafta değişen renkli tırnaklarım var... Çocukluktan beri oje sürme aşkıyla yanıp kavrulan bu koca hatun şimdilerde turuncudan mora, siyahtan, fosforlu pembeye her türlü oje rengini denemekte! Ama 6 ay öncesi tam bir kabus... Sürekli elime vuran bir anne - ki eşşek kadar olup, bir an kendinden geçip bütün parmaklar ilk boğuma kadar ağzın içinde kemirilirken şaplak yemek sinir ediyor insanı! Sürekli kanayan parmaklar - ki çok uzun yıllar o kanı görmek için deli olmuştum :) Sürekli okuldan eve gönderilen mektup - ki kızlarının tırnak yediğini bilen aile bile sıkılmıştı her pazartesi okuldaki tırnak kontrolü sonrası mektup almaktan. Çok uzun yıllar yedim, çok uzun yıllar annem "ben kızımın tırnaklarını hiç kesmedim" gibi haberleri yerli yersiz ortamlarda anlattı, çok uzun yıllar acılı oje firmalarına belli bir bütçe ayırdık, ama ben ojelerin tadını beğenip onlarıda yediğim için kilo aldım, çok uzun yıllar içimden kurt çıkması ile ilgili tehditler aldım ve sonunda bir gün, bir kaç ay önce bıraktım tırnak yemeyi... Sıkıldım, siyah ojeye merak saldım, bir de elime dövme yaptırdım ojeli daha güzel gözüküyor diye... Şimdilerde çok bir eserse, ya da ben esirikliysem o gün, kenarları kemiriyorum azıcık, tüm et oburluğum ile... Ama o kadarcık...

Çok kısa olduğunu hatırlıyorum, yoksa heralde kel kalmıştım, ama bir aralar saçlarımı düğüm yapmakla uğraştım :) minik minik düğümler yapıp kendimden geçiyordum... sonra açamayınca makas yardımı ile kesilen bir tutam saç... Çaktırmamaya çalışmak pek mümkün olmadı çünkü 1 ay sonunda saçın şekli garipleşmeye başlamış, bir ucu uzun olan sağ taraf sol taraftaki kırpıklar ile hiç uyum göstermemiş ve nam-ı değer Bayan Sayar yine birşeylerin ters gittiğini anlamıştı kızının hayatında... Saçlar kısacık kestirildi, saça giden her el yine anne tarafından şaplaklarla engellendi...
Eveeeet, eveet kabul ediyorum... sorun var biraz... :) Birşeylerle uğraşmazsam içim rahat etmiyor! Canım acımazsa, biraz kan görmezsem asabileşiyorum... Şimdilerde sürekli burnum kanamakta ve hayatı boyunca normal olarak bir kere bile burnu kanamamış ben, "bakın bakın burnum kanıyor" diye gururlanıyorum... Psi, Psikopatım, billah yaparım...

22 Ekim 2009 Perşembe

21 Ekim 2009 Çarşamba

Utanıyorum...

Hem de çok utanıyorum kendimden...
Her zaman değil bazen ama... Bu daha da utanmama neden oluyor sonra...
Ne dertsiz hatunum aslında, haydi hoppidi hoppidi demem gereken bir dolu zaman varken... Ama ne yapıyorum yok iç savaş, yok boş yatak, popom açık, boyam akık, sevdiğim çok, sevebileceğim yok, parmağım yamuk, gözüm bok rengi...
Söylendikçe söyleniyorum aslında hayatın yaşamam için önüme sunduklarına ve paketin ta kendisine...
Sonra bir telefon çalıyor... Ne zamandır konuşmamışım kendisiyle, anlamam lazım bu normal bir arama değil... Adab-ı muaşeret gereği sorduğu "nasılsın" sorusuna uzadıkça uzayan, herşeyden yakınan, yataktaki adamı, sokaktaki çamuru, ellerini kollarını sallayarak sınırdan girip alkışlarla katilleri karşılayan ülkeyi, mandalinanın tatlılaşmaya başlayan günlerini, akıttığım kanları, anlatamadığım yanları şikayet ediyorum da ediyorum... Nefes almayı hatırladığım bir anda, sırf anlamsız bir saygıdan soruyorum "ya sen nasılsın" diye... Keyifsiz belli aslında, çok kızıyorum, farketmemişliğime... "oğlum hasta" diyor...
Sessizliğim saygısızlık derecesine varmış olmalı ki " Burçin..?!" dediğini duyar gibiyim... Utanıyorum... Nerelerdeyim ben? Nelerle meşgulüm insanlar sevdiklerini bir gün kaybedebileceklerini öğrendiklerinde?! Ve benim dilin kemiği hakikaten mi yok, hasta olduğunu öğrendiği gün kendi canının, ben hala ona mickey'li don giydiğimi anlatmaya çalışıyorsam...
Sustum, çok uzun süre, bıraktım o anlatsın, bağırsın, ağlasın... Zaten baştan vermişti tüyoyu, yorum değil dinleyen istiyordu... O anlattı ve ben utandım!
Hayatı bu kadar eleştirdiğim, dert tasa olmayan bir dolu şeyi dert tasa yaptığım, güzelliklerin anlam ve önemini bu kadar sığılaştırdığım için...
Kimden özür dileyesim var en çok bilmiyorum... Küçücük oğluşunun hasta olduğunu öğrenen ve elleri kolları bağlı kalan O'ndan mı? Saçmalamayı ve bu saçmalıklar ile birşeyleri hep zehir etmeyi görev edinmiş kendimden mi? Yoksa iyisi ve kötüsü ile, ama herşeye rağmen en canlı hali ile bana sunulan hayattan mı?

Savaşma Seviş Benle...

Savaştığım sadece kendimim... Kılıçları kuşanıp kendimin karşısına geçiyorum hep! Kan gövdeyi götürüyor, etraf batıyor, bir dolu gürültü patırtı oluyor ve kazanan benim, yerde kanlar içinde yatan yaralı ben'e karşı...
Yaşasın zafer, yaşasın kendi zaferim, kendime karşı kazandığım...
Yerde kan kaybetmekte olan hanıma da biraz pansuman, gerekirse bir ambulans lütfen...
Savaşacak birileri olsun değil arayışım!! Sevişecekleri itina ile seçmeye çalışırken... Ben zaten başka kime bu kadar acımasız saplayabilirim ki kılıçlarımı... Kime bu kadar zarar vermekten zevk alırım, hele bir de başkalarının kanını görmeye de dayanamazken...
Kendim dışında herkes ve herşeye bu kadar sevimliyken, yerde kanlar içinde bıraktığım bana karşı nedir bu hiç susmak bilmeyen iç sesin çektirdikleri...
Beyne piercing yaptırmak sureti ile iki minik delik açıp hava mı aldırsam düşüncelere acaba?!?
Kendimi yollara vursam diycem, geri dönüşte maksimum on gün sabrediyorum kılıç kalkan ekibi gibi atlamamak için ortalara... Hep tavsiye edenleri de dinledim, katlayıp topladım bacaklarımı en sessiz ortamlarda, bilirkişi bilgisinde... O zamanda çok rahatladım, uyudum ağaç duruşu sırasında... Alkol derseniz, ben karaciğeri belli bir süre önce o masalardan birinde bırakmış insanım, mideyi sokaklarda, alkol ile derinleşen düşünceleri en içimde...
Yuvarlanmak değil, Üstad'ımın dediği gibi, bildik çimlerde uzanmak istiyorum... Ruhun sükunetine kuşların cıvıltıları değil belki ama, iç sesin mutlu naraları karışsın şöyle birazcık! Ve bir de bu kadar tatminsiz olmaktan kurtulayım ben hazır bir ucundan bu çetrefilli gidişatı toparlamaya çalışırken...
AAhhh, unuttum yerde kanlar içinde yatan ben, böyle boş boş konuşup karalarken, kan kaybından sizlere ömür... Haydi bakalım; şimdi yeniden benden yeni bir ben yarat, işin yoksa uğraş dur!

19 Ekim 2009 Pazartesi

Duşa kabin çıktı mertlik bozuldu...


Bende istiyorum.... Ama nereye takıcam ki...

W.T.F. !!

Şu kafa geçsin gitsin bitsin istiyorum...
Nasıl geçer gider biter bilmek istiyorum...
Cırcır hayatlar yaşayan herkesin suratına haykırmak istiyorum...
Aşık olmak istiyorum...
Mantık, taktik, oyun, olmadığın gibi gösterme çabalarını mümkünse bir dokunuşla yok etmek istiyorum...
Daha çok zaman istiyorum, kendim için, kitaplar için, uyku için...
Birbirini ölçme, tartma, tanıtma sürelerinin bu yaşta biraz daha sevimli ve çekilir olmasını istiyorum...
Herşeyleri bir yerlere fıtlatıp atmak istiyorum...
Bu adam nereden çıktı, ben ne yapıyorum diye durup bir düşünmek istiyorum...
Haybeye gönül ve vücut bağı kurmaları durdurmak istiyorum...
Umursamama, erteleme, öteleme gibi kendime zarar verdiğim huylarımdan kurtulmak istiyorum
Tüm sahte insanların, sahte hayatların, sahte lafların, kandıranların, mal gibi kananların, iletişimin biipp biiip ve dıııtt dıııttt ile sınırlı olduğunu sanıp ağzı iki çift laf yapamayan salakların, tepeden tırnağa süzen çiğ bakışların, iyi ile kötüyü kendine göre uydurmaya çalışanların şimdi, hemen, anında yok olmasını istiyorum...
Sarılıp uyuyabilmek istiyorum, kaçıp saklanmak değil...
Ne istediğimi bilmek istiyorum bir de...

16 Ekim 2009 Cuma

aLLoooo Galaksy Taksi...

Hanımefendi bir taksi lütfen... Aklımda şu an bir yer, kesinlikle bir yön ve cüzdanda da bozuk yok! Siz yollayın taksiyi, biz hele bir yola çıkalım. Yolda belki aklıma gelir gitmek isteyebileceğim bir yer adı, o zaman şoför beye yardımcı olucam... Baktık olmadı, taksimetre de çok yazmaya başladı - ne yapalım - tornistan geri!

Sigara içilen bir taksi ile konuşmayan bir taksi şoförü tercihimizdir! Kendi seslerimi bile duyamıyorum bu aralar, başkalarını hiç kaldıramayacağım... Müzik derseniz... Hadi ılımlı olayım, bu aralar zaten bir yayık ayran modudur gitmekte! Müslüm de çalsa Bach da hırpalamayacağım bu konuda kendisini! Volümü ayarlı tutsun yeter...

Yeter... yetmez... yeter...yetmez... Heh son yaprağı papatyanın ve yeter anasını satayım!

(Foto Helmut Newton'a ait!...)

14 Ekim 2009 Çarşamba

12 Ekim 2009 Pazartesi

Topukların sivrisinek halleri ile mor kol arası...

Ne garip havalar bunlar... Kış kışlığını bilemiyor gibi!?
Herkes gibi, herşey gibi hayatın bir yerlerinde iki arada kalmışlık var havada da... Hayvanlar bile şaşırmış durumda bu uzun aralardan! Sivrisinekler mesela... Ne zaman bu kadar saçmalaştılar? Niye topuğundan ısırırlar insanı? Ekimin ortasında hemde... Niye arılar gece gezmelerine başladı? Ve hepsi ışığı gördükleri ilk açık camdan içerideler?
Onlar bu kadar etkileniyorsa bu aralarda benim savrulmalarım normal o zaman...
Çok geç keşfettim sanırım, ya da öncesinde hiç düşünmedim havalar soktu bunu aklıma ama her adam ayrı sevişmekte farkında mısınız? Ayrı tatlar ya da tatsızlıklar bırakmaktalar vücutlarda... Bir bedende kaç iz birikir birine ait? Birkaçına, birçoğuna ait? Beden nasıl unutur bir öncekini, bir sonrakini kucaklarken? Ne zaman sarılıp uyumayı bilirsin birine, nefesin yanında tıkanmadan, bir yerlere geç kalıyorum kabusları görmeden? Nedir en ileri gidebilirim dediğin mesafe? Ve kaç kere geçersin o mesafeleri arkana dönüp bakmayı akıl etmeden? Limit nedir hayatta? Kendi koydukların mı sana sunulanlar mı? Beklemediklerin hep olurken beklediklerini niye hep beklersin, olmayacağını bile bile? Kaç hata yapma hakkın var bir mevsimde? Ya uzun süren mevsim geçişlerinde? Nedir beyni uyuşturan? Bir gramlık beyaz toz paketleri mi yoksa düşüncelerin en derini mi? Belki de düşüncesizliklerin ta kendisi!? Bir gece önce sen olmadığını sandığın, düşündüğünde gülümseyip, utangaç şarkılar söylediğin gecelerin sayısı kaç olmalı peki?
Kolum mor, paket bitmiş, utangaç şarkılar dilimde, gülümsüyorum ve yanımda kolonya şişem; topuklarıma boca ettiğim... Bu uzun mevsim arasının en garip gecesini, anlamlaştırabiliyor muyum sorusuna cevabım omuz silkmek oluyorsa o zaman ya yine yanlış denizlerde yüzüyorum, ya da başımıza gelecek var!
Yağmurlar yağsın artık... Yağsın ve suratımı ıslatsın! ve sonrada bolca kar... Altına gömülüp, soğuğu iliklerime kadar hissetmek istediğim kadar bol!!

Haftasonundan diyaloglar...

Birçok yere uğranılan, birçok insanla çok eğlenilen, birkaç hiiiççç planlanmayan olaya imza atılan, garip ama güzel, yorucu ve grip başlangıcı ile kapatılan bir hafta sonu...

Bir iki konuşma geçti etrafımda paylaşmadan geçmek istemedim başka konulara...

(Cuma gecesi bir balık keyfinde, iki masa arasında bir yerlerde)
SAĞ MASA BAYANLARI 1: uffff, şu çocuğa bak ne kadar hoş, ne karizmatik!
SAĞ MASA BAYANLARI 2: Ayy evet, şu Cem Garipoğlu'na benzeyen di mi?
(oha yani ohaaaaa, bin kere ohaaa! Nedir bu caniyi milli kahraman yapma sevdası anlamam! Uleynn saçını sarıya boyatırken uçlar ile birlikte beynide yaktıran hatuncum! Bahsettiğin şahıs 17 yaşında ve kafayı canlı canlı kesmek sureti ile bir kızın hayatına kıydı! Ne hoşluğu, ne karizması? Ya da sarışınlar hakikaten bu kadar embesil mi?)


(Cumartesi gecesi Reina'da, yine iki masa arası bir yerlerde)
SARHOŞ yada TAKLİDİ YAPAN ADAM: Kimsiniz tanıyamadım?! (yaklaşmakta olan full transparan hatuna - gecenin sabah karşı 3 suları)
YAKLAŞMAKTA OLAN FULL TRANSPARAN HATUN: Allah'ın bir lütfu...!!!
(Özgüven farklı birşey tabii!)

9 Ekim 2009 Cuma

Bugün...

çocuk yapmak istiyorum ben...
Yapıcak birşey yok da bunu istiyorum değil... Çocuk yapmak istiyorum ben... Bana benzer (mümkünse görüntü değil, ruh olarak) ama 21. yüzyılın tüm gerçekliğinden ve açıklığından beslenip daha da akıllı, daha da bilen, araştıran, planlayan, oynayan, şaşırtan...
Bugün çocuk yapmak istiyorum ben! Aksiyondan çok meyvasına konsantre olalım lütfen...

8 Ekim 2009 Perşembe

İçİnDeN mArTı gEçEn Ev...

Evet, bir uzaylı bekliyordum aslında, ama şansıma Basri geldi ziyaret etti beni!... Basri benim martım! "Kedi sevmeyen arkadaşım, köpek bakamayan bir kişiliğim var ve martı beslemeye başladım" değil yalnız durum! Basri - ilk karşılaşmada ödümü pokuma karıştırmış olsa da - evime benden önce ve kendi isteğiyle gelen tek karşı cins! Ne kadar kalır, nasıl anlaşırız, ne zaman kaçar gider bilemiyordum, ama evin içinde bir uçtan bir uca pek bir kibirle yürümekteydi dün akşam!
Olay şöyle... Çatı katı ve denize yakınlık nedeniyle martılar zaten devamlı evimin etrafında benim.. Hatta ilk sene bir dallama vardı, Salı günü Şenay Abla camları siler, akşamına gelir bu aynı yere, aynı büyüklükte tüm mal varlığını bırakır giderdi! Bir hafta, iki hafta, beş hafta... Her yolu denedim! Buraya işeyen eşektirden, sıkıysa bir daha et popona biber sürerim'e kadar! O kadar adım gibi emindim ki her camı görüp, martı sülalesini düz gittiğimde beni karşı çatıdan seyredip, yarıla yarıla güldüğüne! Neyse sonra o sıkıldı, ben boşverdim, camım temiz kaldı.. Ama martıların çığlıkları hiç eksilmedi evimden!
Dün gece Basri benden habersiz eve girene kadar, ilişkiler bir martı insan ilişkisi şeklinde devam etti hep!

Önce acayip tırstım tabii... Ateşli hatunum ben kışın en ortası, gecenin bir körü salondaysam eğer hele bir de o aralar sigaranın dibine vurduğum zamanlarsa kapı, cam, çerçeve hep açıktır! Yatak odası hiç kapanmaz... DI!!! Dün itibarı ile öğrendik ki ya kapatacağız, ya da tel yapacağız Basri'yi rencide etmeden! Akşam 8 sularında eve girdim! Pardon düzeltiyorum, karanlık bir eve girdim! Günde 3 litre içilen su, ofisten çıkarken ziyaret edilmeyen meşgul mevki, yolda tıkanan trafik, eve alışveriş, solarium derken, burnumdan fışkıracak halde, ışık falan açmadan koşmaya başlamıştım ki tuvalete, bir kavga bir kıyamet, çığlık bağırış ve karanlıkta bir yere doğru inen bir yukarı doğru çıkan parlak iki göz! Beynim çıktı zannettim yerinden, kalbimin zaten durduğunu hissettiğim anda, altıma da yapmıştım, ki takılmayalım bu bölüme! Herkesin başına gelebilecek bir durum o kadar litre su arkası evde terör varsa! Küfür, bağrış, çağırış, garip sesler ve devamlı tekbir getiren ben! (sanırım ben tekbir getirmeyi ilk defa dün gece öğrendim! İman gücü ile Allah'ın sopası eşliğinde!! ) Işıklar açılınca panik hali devam tabii!

Şaka yapmıyorum bu martılar sakat hayvanlar! Çatı katında oturunca bazı hareketlerini ve asabiyetlerini naklen seyretme şansım oluyor Nat. Geo @ Yeşilköy'de ve Allah düşmanımı bile bir martının gazabından korusun yani! O gaga yetiyor zaten çat diye vurup kafa yarmaya!

Neyse Basri ve ben sessiz bir süre bakışıyoruz, acelem var spora gitmek istiyorum, nasılsa tuvaleti en doğal hali ile halletmişken! Basri tam tuvalet ve yatak odası önünde, benim bir adıma karşılık o iki adımla cevap veriyor! Birbirimize yaklaşıyoruz zannediyorsanız, hemen kapatın bu sayfayı, sizin ananız güzel mi? Paralel dünyalarda ısınma turlarındayız biz, sağ sol penaltı gol! 15 dakika birbirini kesme ve ilişkiyi kimin yöneteceği çok açık ortada! Basri patron, yaklaşırsa yaklaşıyorum ama bağırırsa sesimi çıkarmıyorum, kafam önümde!! Çaktırmadan annemi arıyorum, annemin bağırmasına Basri bile anlam veremiyor, ama bizim hatundan taktik süper : Arkanı dön ve çık!
Nereye çıkayım en çişli halimle? Arkamı dönüyorum ama, yavaş yavaş balkon kapısını açmaya yürürken! ( Basri yatak odasından girmiş bu arada! Seviyorum sadede gelen adamları! Hazır bende ciddi bir ilişkiye hazır değilken...) Balkon kapısını açar açmaz Basri tabana kuvvet kaçıyor yalnız evden! Burçin'in klasik ilişki halleri! Eksik olma Basricim yine bekleriz!

Ve geldi!!! Basri tamı tamına 3 saat 24 dakika sonra geri geldi! Kapıların kapalı olduğunu farkedince, yatak odasına da alıştığı gibi giremeyince Basri geldi ve gagası ile camlara vurmaya başladı!Salonda balkonun bir ucundan bir ucuna koşuyor, bağırıyor, gaga vuruyor, kanatları açıyor, ve kanatları açınca maşallahı var nerdeyse benim kadar!

Cinsi, cibiliyeti ne olursa olsun geri dönen adama bayılırım ben! Bırakıp gittiğinin değerini anlamıştır çünkü... Genelde... Yani bana hiç olmadı ama... Basri geldi ya ve Basri bayağı uğraş vererek içeriye girmeye çalışıyor ya, siz ona bakın!

Kapıyı biraz tırsarak açtım, Basri en fiyakalı hali ile içeri girdi yürüyerek... Bildiği yerleri dolaştı biraz, ben salonda koltuğa yerleştim, elimde - pardon arkama sakladım - bir kepçe, başladım beklemeye... Bir süre sonra sıkılmış olacak ki karşıma geçip baktı durdu... Belki de birşeyler söylememi, kalması için yalvarmamı bekledi! Ama ben gururumu yenip gitme diyemedim, korkumu yenip, yiyecek birşeyde verememem gibi !! Basri biraz oyalandı, birkaç anlamsız laf etti her hem cinsi gibi! Sonra arkasına bakmadan bastı gitti! Ben altıma ettiğimle kaldım!!

6 Ekim 2009 Salı

Knowing (2009) - Kehanet


Dün gece yatak odasına ürpermiş totoya baka baka götürten ve bugün eve elektrikçiyi çağırtıp tüm ışık sistemini uzaktan kumandalı yaptıran film!! Neden derseniz tüm ışıkları açık bırakıp yatak odasına girince kapatmak için...
Ben haftada bir gece kendime bu mazoistliği yapıyorum! Tırnakları yiye yiye, yastık arkası tek göz seyretme ve koltukta sekiz olma yolu ile her hafta bir korku/gerilim/subursuz gelecek tahmini temalı filmler seyrediyorum! Sonra yatağa gitmek bir dert, yatakta dönmek bir dert, çatı katıysanız evdeki seslere katlanmak en büyük dert... Dün akşam da bahtımda Kehanet filmi vardı Nicholas Cage'in... Geçen kışın filmi sanırım ve hatta biz eski sevdicek ile daha sevdicek değil ve ilişkiyi "siz" zamiri ile ilerletmeye çalışırken gidelim demiştik! Gidemedik... Allah'tan gitmemişiz zaten, heralde adam beni sinemada bırakır giderdi! 4 ay sonra bırakıp gitmesine kıyasla daha az acılı olurdu gerçi.. Neyse, filme dönelim!
1959 yılında başlıyor film! Psikopat yüzlü bir kız çocuğunun bilimum sayılar yazması, ve kağıdın okuduğu okulun altına gömülmesi ile... Yıllar sonra kağıdı bulan çocuk MIT'de astrofizik profesörü Nicholas Cage'in oğlu... Zamanla bu sayıların tarih, koordinat ve ölü sayılarını gösteren felaketlerin bilgileri olduğu anlaşılıyor... Gerçekleşmeyen birkaç felaket kalmış, onlarda gerçekleşiyor vs. vs.... Film anlatmayı sevmem, o yüzden seyredin diye tavsiye edebileceğim bir film, zaman kaybı olmaz...
Ama ben işin içine uzaylı giren, ağzından ışıklar çıkaran adamlar gördüğüm, film sahnelerinde arka planda kaybolup geri gelen belirsiz figürler olan, psikopat çocuklar oynayan filmlerde biraz asabi oluyorum! Hele bir de bir uçak düşme sahnesi var ki, o zaten başlı başına fobim, hiç bir uçağa zilzurna olmadan binmem, ben o sahnede başlamıştım zaten "elemtere fiş kem gözlere şiş" diye... İki güne uçağa binicem, yandım ben ve benimle beraber uçmak zorunda kalan diğer tüm yolcular! Bir de işte uzaylı olayı... Hem de son günlerde bu kadar uzaylı gördük, uzaylı görürseniz diye konular dönerken... Ufff bilemicem gerçekten, hazır mıyım ben onlardan birini görmeye, dedikleri gibi telepati yolu ile anlaşmaya (hiiç telepatik değilimdir), bize senelerdir dikte edilen o çirkin figürden aklımı kaçırıp kaçırmıyacağıma, beni alıp gemilerine götürüp götürmeyeceklerine ve o sırada benim hangi akıl ve tutulmuş dil ile uçmaktan korktuğumu, bir şişe johnnie walker olmadan uzun mesafe uçamayacağımı anlatacağıma!
OK kabul, Mars gezegeninden bir kısım andaval tanıdım, ama yenilerine karşı hele bir de pat diye asansörde karşıma çıkar, eciş bücüş birşey ve ağzından ışıklar çıkarıyorsa, hiç hevesli değilim!
Sevgili Uzaylı kardeşlerim! Dünyanın sonu elbet bir gün gelecek, hiç şaşırmam! Neyi bu kadar sömürürsen, birgün illaki tüketir kendini! Hazırım dünyanın sonunun gelmesine, hızlı olacaksa güneş ışınlarının radyasyon dolu bol kavurucu ışınları ile bzzttt diye yanmaya, buz devrine dönmeye, neslin tükenmesine... Ama varlığınıza tamamen inandığım ve saygı duyduğum sizlerle tanışmak için henüz hazır değilim! O yüzden lütfen hazır ve meraklınız olanlar ile telapatileşin, beni küçük beynim, bir damlacık ödüm ile yalnız bırakın! Anlayışınız için şimdiden çok teşekkür eder, eşe dosta aileye sevgi ve saygılarımı gönderir, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim! Söz aracınızı biryerlerde görürsem üzerine " beni yıka" yazmıcam!!

5 Ekim 2009 Pazartesi

Yeni...

Yeni hafta, yine Pazartesi...
Cümle alem ezberledi artık benim Pazartesi sendromlarımı! Nefret ediyorum yok daha ötesi! alın işte bu sabah, 06.30'a kuruyorum saati, çalıyor ve susturup yine uyuyorum! Yeterki şu pazartesi geçsin duaları ile "5 dakika daha uyuyayım sonra kalkarım" planları arasında gözümü açıyorum ve saat 09.00!!!
Kötü pazartesi! Biliyor kendini sevmediğimi her türlü kalleşlik mevcut dolayısı ile!
Bugünün tek kurtuluşu ne derseniz, şakır şakır yağmur!! Bayılıyorum ben yağmurlu karanlık havalara... bugün de onlardan biri... O yüzden uyuklayarak geç başladığım günü şu anda çok bir keyifli geçirmekteyim! Totoyu kaşıyın!!
Bugün aylardan sonra ilk defa kapalı ayakkabı içi çorap giyildi! Pardesü denemesi yapıldı ama sıcak geldi, yine ince çıkıldı... Dışarıda koca damlalar ile durmayan, muhteşem bir yağmur! Hava grinin binbir tonu!! Nasıl mutluyum, nasıl gülümsüyorum anlatamam!! Trafiği, sigarama damlayıp söndüren yağmur damlalarını, tampondan hafifçe dokunan amcayı, geç kaldım diye yenen fırçaları sallamadım bile...
Haftasonu her rengiyle yoktu belki ama güzeldi... Aylardan sonra gerçekten güzeldi... dinlenmek, eğlenmek, gülmek, sevdiklerimle olmak, sevebileceklerimi tanımak için güzeldi...
Ufff bu aralar kelime sıkıntısı vaR, o yüzden burada amaç - just to keep you posted - !!
Yağmurlara kaçıyorum ben :) Hadi gelin!!

2 Ekim 2009 Cuma

Bööyyylleee bir haftasonu olabilir :)))


STAY TUNED!!!

**** 35 ****

35 koca sene ve bu pazar bizimkiler deviriyorlar hepsini...
35 sene önce başlayan hikayelerini bu haftasonu düğün dernek bol süpriz, can dostlar, keyifli akşamlarda kutlayacağız... Neredeyse her gününe haftasonunun bir program yaptım onlara... bir bölümünde 35'in meyvesini görmek istediklerinden dolayı yanlarında olacağım, çoğunluğunda başbaşa bırakacağım...
35 sene üzerine başbaşa bırakacağım dediğimde öyle "oooohh, ahhhh, hmmm" seslerine hiç gerek yok, ekseriyetle ve evdeyseler kış bahçelerinde uyuyacaklar biliyorum :) Olsun başbaşa olacaklar... son 35 senede hep oldukları gibi...
Zor bir evlilik olmuş onların ki.. Yani evliliğin kendisi değil de evlenme süreci! Kız tarafı oğlanı sevmez, oğlanla kız anlaşır, aşık olur, allem edilir kallem edilir, görülür ki anlayan dinleyen tınlayan yok, kaçarlar evlenirler, kırmızı vosvosları, en yakın arkadaşları, gelinlik ve damatlıkları ile... Kız 14 oğlan 18 iken bir halk otobüsünde başlayan hikaye böylece hayatlarına yazılmış olur! Senelerce aileler konuşmaz, tanışmaz, sonra torun değilde dedenin hasta olması hatrına herşey ve herkes affedilir! Ben biraz geç planlamaya girmişim, ve beni tanımaya başlayınca son da olsun demişler :)
Aynı işin, aynı aşkın, aynı evlerin, aynı mutlulukların, aynı hüzünlerin, gözyaşlarının paylaşıldığı, bolca hatırası olan, albümlerce resmin tanıklık yaptığı 35 koca sene... Birbirlerinden ayrı geçirdikleri anların 24 saat üzerinde olduğu zaman sayısı bir elin parmaklarını geçmeyen bir aşk! Şimdi ufaktan yaşlanma ibaresi gösterdikleri için arada bir hırlaşsalar ve naz yapsalarda birbirlerine, benim hatırladığım 29 senede sesin hiç yükselmediği, sevginin hiç eksik olmadığı bir birliktelik!
Çok seviyorum ben onları! Onların bir parçası olmayı! 35.seneyi paylaşırken yanlarında olacak olmayı! süprizlerime şaşırırken yüzlerini görebilecek olmayı! Bana kattıklarını! Son 29 senedir her ikisininde gözlerinden eksik olmayan ve üçüncünün de katılması ile büyüttüğümüz aşkı!

Laleh - Big City Love

Laleh - Big City Love Videosunu ekleyen: LALEH - MySpace Video

Shared via AddThis

1 Ekim 2009 Perşembe

Bugün böyle :)))

Evet evet haklısınız, iyice dengesizleştim :) Ama olsun bugün böyle...
Hem denge ne, dengesizlik ne...
Lalalalaa