30 Haziran 2010 Çarşamba

Bu puslu ve ıslak günlerin motto'su da bu olsun...

Deniz güzel, kum güzel, rakı şiş kebab güzel, yine gelecek ben...

Tatil bitti...
10 gün kıpırdamaksızın yatmak, bünyeyi sadece kahvaltı, öğle ve akşam yemeklerine sürükleyecek kadar hareket ettirmek, çocuk vızıltıları dinlemek ( bu tatilden sonra nihai kararımdır, 0 çocuk yapacağım), yağmurda denize girmek, akşamları şallara sarınıp oturmak, sevgiliyi özlemek, anne baba ile tuvalet dahil herşeyi HER GÜN paylaşmak, denize girerken brrrrrr'lamak, akşam üzeri müziklerde salınmak, çalan her şarkıyı sırası dahil ezberlemek, dondurma yemek, gün batımını seyretmek, Balili hatunlara kendimi mıncıklatmak, gözlükler arkası etrafı kesmek bitti...

Kürkçü dükkanıma geri döndüm, sevgilime geri döndüm, evime geri döndüm, çiçeklerime geri döndüm, Muson iklimine girdiğine tüm kalbimle inanmaya başladığım İstanbul'a geri döndüm, çalışkanlığıma geri döndüm, bir sonraki çıldırmaya kadar da gitmem heralde bir yerlere...

Yeni senaryolar eşliğinde tiyatronun perdelerini açma zamanı şimdi... (bunun orjinal versiyonu sevgiliden çıktı geçenlerde, dibim düştü laf arasında fırıldayınca o cümle...Seviyorum ben bu adamı, çok akıllı!)

Hoşgelmişim....

18 Haziran 2010 Cuma

Hisseli Harikalar Kumpanyası KAPIYOR Perdesini...


Tam bir sene yazdım...
Birilerinden nefret ettim...
Bir adamı çok sevdim, sevgilim yaptım...
Kendimin bile inanamadığı yemekler pişirdim...
16 kilo verdim...
Birşeyleri hayat felsefem yapıp, bazılarını hayatımdan sildim...
Yine deliler gibi içtiğim günler oldu, ehliyeti kaptırdım...
Yeni insanlar tanıdım...
PAMUK'u kaybettim :(((....
Karlarda yürüdüm....
Yağmurlar altında ıslandım...
Bol küfrettim....
Sızdım, ayılamadım....
Çok ayıktım, kaldıramadım...
Hakkımı yemeyin çok çalıştım...
Zam aldım...
Kavga ettim...
Memleketi kurtaramadım...
Yeni şeyler öğrendim...
Sevgili sayesinde daha yeşil bir insan oldum...
30 OLDUM !!!...

Ve bir sene sonra perdelerimi 10 günlüğüne kapıyorum... yine aynı yerde olacağım, bir yere bu kadar mı anı birikir... Yine aynı insanlarla olacağım, insan hiç mi sıkılmaz... Sevgilimi çok özleyeceğim, onu da tabut boyu valizime mi atsam... Ayaklarımı taşlarda kaşıyacağım, ben kum mu sevmiyorum acaba... Balıklara saldan ekmek atacağım, geçen seneden beni hatırlarlar mı ki... Birçok şeyi geride bırakmış olacağım, büyüyor muyum artık... Daha sakin olacağım, acele etmekten mi usandım ben...Denize gireceğim, bol bol, her senekinden çok mu ama... Kafamı dinleyeceğim, ben benle yalnızken biri beni sorarsa ne demeliyim...

Yayında emeği geçen herkese teşekkür ederim... A.S.A.P görüşmek üzere...

Hahahahaha :)

10 Haziran 2010 Perşembe

Doğru söze ne denir...

9 Haziran 2010 Çarşamba

Deniz çekti canım...

Derin sularda boğulmayacağım ben, sığılarda yürürken olacak ne olursa...Derinlerde dibini görmemekten bu kadar korkarken sığılarda dibe bakmadan bu kadar çamura, yosuna takılmak neden, hiç bilinmez... Hep en temizi seçip, sonra merakımla kaldırdığım kumların sularımı bulandırması kimsenin ne sorunu, ne suçu... O zaman ne ayağıma batanlardan, ne dalarsam gözüme kaçacak kumlardan şikayet edemem artık!
Derin sulardaki dalgalardan korkmuyorum ben, kıyılara vuran koca bir dalga alaşağı eder beni... Kumdan kaleleri bozan cinsten bir dalga... Tüm duvarları yıkan! Kendi akılsızlığımdan bu kadar kıyıya yaptığım kalenin yıkılmasından da şikayet edemem o zaman ben!
Deliler gibi koşup, kıyıdaki tüm suları sıçratasım var... Bir de oturup sessizce, zamansızca düşünesim! Dalgaya kapılmamak, kaleyi korumak, bir kaşık suda boğulmamak, kıyıları, kimseleri, KENDİMİ çamurlandırmamak için...

7 Haziran 2010 Pazartesi

Siz siz olun...

Sakın yanında anahtarı olmayan, alkollü sevgiliyi sabaha karşı kendi evinin kapısında uyuya kalıp bırakmayın... :))

Çıldırabilir!... Bende ki versiyon öyle çıktı en azından, uyarmak istiyorum bu tecrübe neticesinde...

Muhteşem bir haftasonu planı var önümüzde Cuma'dan başlıyoruz sevgili ile zıplayıp hoplamaya... cumartesi programlar ayrı, o en yakın arkadaşının bekarlığa vedasına gidecek, ben ilk AŞK'ımı doğumgünü yemeğine götürüyorum... Dönüşte istikamet sevgilinin evi, anahtarlar apartmandan görevlisinden teslim alınıyor, sadık eş rolünde ben, kıllı çocuklarım ile başlıyorum sevgiliyi beklemeye... En son 03:23'te mesajlaşıyoruz, karnını doyuruyor benim sevgilim, yakında eve doğru yolcu... Ne olduysa o arada oluyor bana ve 03:30 ile 04:16 arası ölü toprağı serpilmiş şekilde uyuyorum, 04:16da anıran bir adamın sesine ve deli gibi çalan bir kapı ziline sıçrayarak... Sevgili çıldırmış, ben uykuluyum, o bağırıyor, camları yumruklamış (yuuh hiç mi duymam), 8 kere aramış (telefonun sesi de sonuna kadar açıktı halbuki), açık camdan içeriye cebindeki tüm bozukları atmış (ev cami önüne peçete açan dilenciler kıvamındaydı hakikaten), ama ben ve kıllı çocuklarım kıllarımızı ve popomuzu kıpırdatmamışız bile... Alkolünde etkisiyle bir buçuk saat (doğru süre 20 dakikadır) sokaklarda süründüğünü söyleyen sevgili bağırdı, bağırdı, bağırdı ve ben uyku sersemi o kadar sersem ve korkmuştum ki hakikaten ağlamaya başladım :)) Ne dediğimi, neye ağladığımı bilmeden sevgilinin bekleme süresinden fazla ağlayınca benim canım sevgili yumuşadı, sarıldı, öptü, okşadı, kendi de yatıştı... Anladı uykunun sevgilisinde bazen çok ağır olabileceğini, evin anahtarlarının herkes de olması gerektiğini, bu kadar ani tepkilere - hele bir de uykudan kalkmışsam - 5 yaş grubu çocukları gibi tepki verdiğimi :)

Aman siz siz olun adamınızı kendi evinin kapısında sabaha karşı sakın kapıda bırakmayın... Hem ertesi gün tüm apartmanı arayıp özür dilemek zorunda kalıyorsunuz hem de tüm arkadaşlarına anlatıyor, bir de onlara açıklama yapmak gerekiyor... 

Ey Türk Gençliği, bu hatun uyur... Bazen bırakın 24 saat uyur o koltuktan bu yatağa yer değiştirerek... Ağır uyuduğu dönemler vardır, top atsan uyanmaz, camı çerçeveyi indirmek nafile... Uykusundan uyandırılırsa da ya kızar küfreder, ya da ağlar, haberiniz olsun!

Hamilelik halleri...


Zor hallermiş, etrafımdaki hamile sayıları arttıkça öğreniyorum...

Anlatılanlarda keyif var illaki, heyecan var, kimsenin anlayamayacağı yaşanması gereken duygular var, düzen bozulması var mutluluk ile karşılanan, hazırlık var, korku var ama bir de bir sürü gariplik, bir sürü değişiklik var senelerce benimdir denen vücutta, duyuda...

Dinledikçe korkuyor insan, korktukça benim 4 olan sayı aşağılara doğru inmeye başladı, başladıkça sevgilinin yüzü daha bir gülüyor, güldükçe sinir oluyorum ben, kalabalık aile istiyorum, ama ne yalan söyliyim korkuyorum...


  • Hep sol tarafıma yatacak olmaktan... O zaman adama hep popoyu dönücez bu bir... Ben solak bir insanım sol tarafım açıkta kalmalı yoksa dengemi bulamam, uyurken bile bu iki... 

  • Sırt üstü ya da yüz üstü yatamayacak olmaktan... yüz üstü pilates topu üzerinde denge kurmak gibi olur heralde, sırt üstü bütün organlar eziliyormuş... Sağa dönersem bebek beslenemiyormuş!! Kabusun en ortası, porsuk gibi uyurum ben, ya uykumda sağıma dönersem, ya beslenirken tam BebeCan tüm hatları tıkarsam... Ayrıca bir zamandan sonra sola dönmek zor olacak, adam mı itecek yatakta varil yuvarlar gibi beni? Yatak odası seksapeli ile vedalaşma zamanı demek ki...

  • Değişen yemek alışkanlıklarından...Herşeyi yemeyeceksin, herşeyi içmeyeceksin, yıllardır içtiğin herşey zaten yeterince başını belaya sokacak o yüzden BebekCan isteniyorsa hayatın nimetlerini onun nimetleri ile ortak noktada buluşturduğun seçimler yapacaksın...

  • Bir yatak iki cüce dolaba bilmem kaç bin liralar sayacak olmaktan! Arabası, ana kucağı, emziği, bezi, oyuncağı, kıyafeti derken soyup soğana çevriliyormuşsunuz... Benim durumda çarpı 4 desenize... Yok, tamam çarpı 3... Hayır, hayır 2... Bir de adamın beline kuvvet tabii...

  • Hayatıma eklenecek olan ilklerden...Yogası varmış bunun, bebek cimnastiği, bebek müziği, bebek çıngırağı, anne karnı sesleri, diş kaşıma bezleri, boku varmış, saçları dökülürmüş, sizin göbeği çatlatırmış, adamı zaten orta yerinden çatlatmış...

  • Aş ermesi varmış ki bu bizce en komiği,bizim sevgili ile nasıl olduğunu çözemediğimiz ama dün kahkahalar ile güldüğümüz için hamile anne ve eşi tarafından çok kınandığımız... Hamile hatun kişi çıldırabiliyormuş bu konuda... Olmayacak zamanda olmayacak şeyi karşındakinin beynini yiyip bitirene kadar isteme sendromuymuş bu aş ermesi... Kış vakti canı yeşil erik çekenler varmış mesela, Beyoglun'da tek bir manav şoklanmış yeşil erik satarmış - 7 tanesi 20 liradan... Zamansız can çekilen meyveleri çıldıran annelere sağlamak amaçlı bir web sitesi varmış mesela, 7 gün 24 saat hizmet verip, Türkiye'nin neredeyse her şehrine ulaşıyormuş - 100 gr dut 15 liradan... Çağla varmış, mandalin varmış (buna aş erme potansiyeli olabilir bende, allah sonumuzu hayır eylesin), incir varmış, vişne varmış, var babam varmış... Sevgilinin arkadaşının hamile eşi tatlı aş ermiş mesela, bir resim gösteriyor, bütün Pelit Pastanesi iki tabağa sığmış, hatun kişide tabakları koymuş kucağına, mest olarak poz veriyor... Anlattığına göre yerken de ağlamış...Bunlar dışında bir kategori daha üstünleri varmış bir de kömür, kireç aş eren... Yok artık diyesim vardı, dedik de zaten sevgili ile... Kömür yemediysem nasıl aş eririm, ayrıca nasıl bir miğdedir o, kömür nasıl yenir? Görüntü de mi hiç rahatsız etmez, ketçap mı dökülür üzerine? Çok soru birikti kafamda bu son iki aş erilen madde ile ilgili, nedeni niçini olmaması, annenin akşam rüyasında kömürcü çırağını görüp, sabahına kömür yemek istemesi çok ürküttü beni... sonra sevgili ile aynı anda kafamızda ben belirdi, koca bir göbek ile kireç aş erdiğim için gecenin bir körü duvarları yalarken :)) Orada attı bizim şalterler tabii, hoş karşılanmadık...

  • doğum anında odasız kalmaktan!...Bir de odası varmış bunun, herkes normal doğum istediği için pek bir problem yaratan... Normal doğum yeni trend olunca, BebekCan'ın ne zaman geleceği ancak 12 saat önceden kesinleşiyormuş, o da şanslıysanız! Dolayısı ile güzel hastanede, güzel oda, misafirleri girişte, anneyle BebekCan'ı içeride ağırlarız planları tamamen suya düşüyormuş... Aldığım duyumlara göre bazı Zzzz semtlerin, Bzzzzt hastanelerinde, Çüüüüşşş para suite'leri normal doğum yapacak anneler tarafından sezonluk kapatılmış... Ne zaman teşrif etmek isterse BebekCan, o zaman devre mülke geçecek aile valizleri toplayıp...

  • Doğum anında yalnız kalmaktan!...Doğuma kimin gireceği çok önemli konuymuş... Anne adayının içeride olacağı kesin de, eli kim tutacak, kim ıkın diyecek, kim nefes aldıracak, kim BebekCan'ın o ilk anına şahit olacak, kısacası kim daha yürekli seçimle belirleniyormuş... Bir kısım annesini istiyormuş yanında, bir kısım baba adayını, bazıları yakın arkadaşını... Adamın o anı görüp benden, şeyimden, ve BebekCan'dan soğumasını pek hoş karşılamayan ben, annemin ağzını arayayım dedim, duyduklarım üzerine! Bizimkinin hiç gönlü yok bu işlerde, içeri girene kadar tutarız elini kolunu, sonrasında ben yokum, kusura bakma dedi :) Hem zaten sen tek başına girer çıkarsın, yapar benim kızım maşallah diye yersiz ve gereksiz gaz vermeler öncesi...
Velhasıl hamilelik halleri şu ana kadar dinlediklerim itibarı ile zor, pahalı, mide bulandırıyor, kimse bununla ilgili detaya girmiyor ama sekse bir süreliğine nokta koyuyor, sağ gösterip sola yatırıyor, fiili üretim anı gelip çattığında da yapayalnız bırakıyor, taa ki minik bir adam (inşallah) ya da kadın (napalım bu da olur) hayatınızın en ortasına gelip cumburlop oturana kadar... Düşündüm, taşındım, 4 zor, yaş da geçiyor zaten... Tanıdığım 3lerin çoğu problemli, sıkıntı olmasın biz eli eteği çekince hayatlarından... Ama 2 için istekliyim, şartlar her ne olursa... Şimdiden şu kirecin tadına bir bakayım ben izninizle....    

2 Haziran 2010 Çarşamba

Geç de olsa keşfettim ki...


 Babayla kavga etmek beni haklı da olsam sersemce ağlatabiliyormuş....
Sevgiliye kıllık yapmak sadece kıllık geri getiriyormuş ki sevgili kıllı olmasına rağmen hiç kıl değil aslında...
Sürekli yakınmak insanları etrafından kaçırıyormuş, kimsenin kendininkiler dışında şikayet dinlemeye gönlü yok...
Sürekli şen şakrak da pek tutulmuyormuş, bu seferde sefa pezevengi gibi görüyorlarmış....
Sevdiğin işi yapıyor olmak çok önemliymiş, en az sevdiğin yemeği yemek kadar...
Her gün sevdiğini yemeği yemek de olmuyormuş ama, o zaman da menüyü ve işkembeyi biraz geniş tutmak gerekiyormuş... 
Pamuk hayatımda çok önemli bir yer tutuyormuş, o gidince kocaman bir boşluk olmuş, boşluğu kimse dolduramamış, sadece bol şaşkınlık, daha da bol özlem varmış...
Ben uslanmaz bir vakaymışım, ütüyü parmakla değil avuç içi ile kontrol edecek cinsten aptal cesaretli, gözü hiçbirşeyleri görmeyecek kadar sevebilen, kızdı mı tükenmez kalem silgisi ile yok eden...
Bazen olur olmaz küfrediyormuşum pek kallavi, annem çok kızıyor, koca eşşekkkk diye geri küfrediyor....
Sevdiğinle sevişmek, severken sevişmek, sevişirken sevilmek, sevgilimle sevişmek dünyalara bedelmiş...

1 Haziran 2010 Salı

Dünya Müzesi...

Suratımızı hiç kaldıramayacağımız zamanlar gelecek... Taşlaşmış duygularımızla beraber! Utancımıızdan mı nefretimizden mi göreceğiz, ama birbirimizin yüzüne bakamayacağız, çocuklarımızın da... Nefret, şiddet, savaş, acımasızlık, kan, kirlilik, berbat bir hayat ve dünya devredeceğiz neslimizin devamına! Çok benzerini bizim devir aldığımız gibi.. Hiç biri affetmeyecek bizi, affedilmeyi hak edecek hiçbirşey yapmadığımız için, sanırım böyle bir beklentimiz de olmayacak!
Senelerdir ekilen nefret, bastırılan duygular, zenginlik ve fakirlik arası uçurumlar, umursamadan pislettiğimiz çevre artık  oldu... Şimdi hepsinin tek tek ve bazen de beraber kusma sırası... Şimdi insanların sebebine aldırmayıp birbirini öldürme sırası... Şimdi yüzyıllardır aynı topraklarda yaşamış ama birbirine kan, nefret, örf, adet, dil, din davalı haline getirilmiş insanların kendi borularını öttürme sırası... Şimdi koca bir körfezin, denizin, balığın, kuşun bir pardon karşılığında yok olup gitme sırası... Şimdi insanlık mağlup, politika açık ara galip, şiddet her yerde hükümdar, acımasızlık paha biçilmez, saygı ve sevgi karaborsa... Şimdi çocuklar ölü, ülkeler savaşa hazır, çok büyük bölüm vurdumduymaz, herkes bencil!!
Ben 31 Mayıs Pazartesi günü şehitlerden utandım, yanlış günü seçmişlerdi çünkü, adları bile zor geçti... Halbuki asıl topraklarımda katledilen onlardı, asıl topraklarımız da protesto etmemiz gereken onların katliamıydı... Ben 31 Mayıs Pazartesi günü takkeli, çarşaflı, çember sakallı, dualı, tekbirli ve en önemlisi kıçının bokunu Filistin yıkarmış gibi, Filistin bayrakları ile sokakları dolduranlardan utandım... Ben 31 Mayıs Pazartesi günü yardım amaçlı hareket etmek isteyen bir grup insanı hunharca katleden İsrail'den utandım... Anlam veremediğim faşist duygular ve yargılar ile kendi topraklarında doğmuş, büyümüş, bu ülkeye faydalı olmuş, olmayı halen daha sürdürmüş, ama bizim gözü dönmüşlüğümüz yüzünden ürkek kediler gibi merdiven altlarına sığınmak zorunda bırakılan Musevi arkadaşlarımıza laf atan arkadaşlarımdan utandım... Bir ülke olarak bu kadar kullanılmaktan utandım... Bir kısmın derdinin halen daha Eurovizyon'daki ermenistan'ın koca memeleri olup, gündemini bunun üzerine kurmasından utandım... Ben 31 Mayıs pazartesi günü en çok da böyle bir dünyaya minimum iki çocuk getirmeyi planladığım için kendimden utandım!!
Yüzümüzü kaldırıp birbirimize bakamayacağımız günler uzak değil... Gözlerimiz, beynimiz, ellerimizin taşlaştığı gün kalbimizin de taşlaşacağı gün olacak! Bir ucundan başladık bile...