Bizim Pamuk sizlere ömür...
Kalbimiz çok kırık, içimiz acıyor, surreal bir dönem geçmekte...
Çok çekiyor, canı acıyor, görmüyor, vücut çalışmıyor, son 1 senedir hastanelerde sürünüyoruz, neyse o olsun, artık acı çekmesin dedik... 23.02.2010 Salı günü 12:30'a kadar... O gün, o illet saatte Pamuk'um dayanamadı artık ve bize veda etti... Ve biz farkettik ki söylediklerimizin arkasında duramıyoruz... Bitsin, bizi bırakıp gitsin istemiyoruz!
Artık anneeannem YOK!
Türkiye'de en düzgün işlediğini gördüğüm sistem cenaze işleri oldu bu hafta... Gözyaşları arasında camii, yıkama, morg, cenaze arabası, mezarlık, defin, gazeteye ilan derken en sakin durmaya çalışanlardandım... Ne de olsa ben annesini kaybetmiş anneme destek olmalıydım! 6 yaşıma kadar anne bildiğim, hayatımın her anında deli divane sevdiğim, beni çok güldüren, hayata olan aşkı ile kendine hayran bırakan anneannemdi ölen, evet... ama benim sıram değildi ağlamak için! Ben annemin kolunda, koynunda olmalı, onun gözyaşlarını silmeli, sımsıkı sarılıp, hiç unutmayacağını bildiğim annesinin kaybını paylaşmalıydım! Yaptım da sanırım... Bir yere kadar... Çok sert durdum, tuvaletlere kaçıp ağladım, yıkanırken anneannemin melekliğini seyrettim, ölümün bile benim AFET-i DEVRAN'ıma ne kadar yakıştığını düşündüm, yolunun açık olmasını, meleklerin yanına gitmesini ve gözünü bizim üzerimizden hiç ayırmamasını diledim... Sonra bir senedir geri dönemediği, her gün görmeyen gözleri ile gözyaşı döküp özlediği evinin önüne getirdiler benim Pamuk'umu... Yeşil bir araba, yeşillere sarılı bir tabut... İçinde benim anneannem varmış!?! Yalan diye anıra anıra bağırasım geldi! Ben herkes gibi kaybıma değil tabutu saran yeşil örtünün neden bir kenarının delik olduğuna ağladım! İnanmadım çünkü Pamuk'un o küçücük kutunun içinde olduğuna, çok sevdiği tülbentinin kutunun en tepesinde... Herkes konvoyu kaybetmişken, o yeşil arabayı dibinden ben takip ettim İstanbul'un lüzumsuz trafiğinde... Yalnızdım arabada çok ağladım! ama söz verdim ona, hep arkanda olacağım, yolumu tembihlediğin gibi şaşırmayacağım, seni hayatımın en son anına kadar unutmayacağım diye... Camii ne kadar kalabalıktı, Pamuk bu kadar insan tanımazdı, kimdi bu akrabaların hepsi, bu Fatiha suresi nasıl okunuyordu, dostlarımız bizi yalnız bırakmamıştı, Allah bizlere sabır ve uzun ömürler vermeliydi... Peki biraz geri alabilir miydim herşeyi... Bana dilenen onca uzun ömrün bir kısmını ben Pamuk'a verseydim? Çelenkler... Bağışlar... Kalabalık... Pamuk kalabalıkları fazla sevmez ki! Karanfili de!! bir çelenk'in üzerinde "torunları Burçin, Ceylan, Can" yazıyor... Ne zaman gönderdik böyle birşey? Fatiha'yı mı kaçırdım ben bu kadar soru arasında... Helal olsun bölümü ne zaman geldi? Helal olsun Pamuk!! Her anı, her hakkı, her gülüşün, her sözün, her bakışın, her damla sevgin için helal olsun! Yine yeşil arabayı takip ediyoruz sonra... bu sefer kimse konvoyu kaybetmiyor! Trafikteki arabalardan gelen bakışlar acıma mı içeriyor? Heyyy, bakmayın öyle! Pamuk değil o yeşile sarılı kutunun içindeki! Anneannem ölmedi benim! Ne kadar uzun bir konvoy bu.... Ortaköy mezarlığına ulaşmak için çarşamba pazarının içinden geçiyoruz, sarımsak soğanlar bir tarafta, diğerinde yemyeşil taptaze ıspanaklar, enginarlar... Bütün pazar dua ediyor Pamuk'a... kızgın değiller bize, hepsini tezgahların üzerine zıplattık diye! yürrü be Pamuk diyorum içimden! Yapacağını yaptın yine... Pazarı hep sever, Beşiktaş'ta ki pazarı kapattılar diye çok kızardı... Ve şimdi son yolculuğuna upuzun, taptaze, renk cümbüşü bir pazarı geçerek gidiyor! Mezarlıktayız işte! Ne kadar hızlı geçiyor herşey! Planlaması daha uzun sürmemiş miydi? Merdivenler tırmanarak bir çukurun başındayız... Yan tarafta hiç tanımadığım dedem yatıyor! Pamuk ile dedemin aşkı dillere destanmış, şimdi 28 senelik hasretleri bitecek yani... Bizi bırakıp gitmek bu kadar kolayken, sevdiğine kavuşmak ne kadar kısa, çamurlu ve iç bulandırıcı! Elimde menekşem var... Pamuk menekşeyi çok sever...
Çok tuttum kendimi! Ve en sonunda dayanamadım...Minicik kaldığı beyazların içinde, çamurlu, soğuk bir çukura yatırdılar anneannemi ve ben dayanamadım.... Gözyaşlarım ayakkabılarımın ve menekşemin üzerine düşüyor... sıramı bekliyorum ben, ama beklerken gördüklerim içimi çok acıtıyor... Üzerine taşlar kapanıyor Pamuk'un! Yapmayın, nasıl çıkar oradan çok güçsüz o diye bağırasım var! Ve sonra tepeleme toprak atmaya başlıyorlar... Bu kadar kürek nereden çıktı! Baba sen yapma bari!?! Anneannem o, sen örtme üstünü! Birileri elime çamurlu toprak tutuşturuyor, ben de atayım diye...Atıyorum, kendi kendime çok kızarak! Ne kadar çabuk koca bir toprak tepeceği oluştu üzerinde... Şimdi benim sıram! Çamura, bakışlara, imama, adama, kadına aldırmadan, ağlaya ağlaya tam başı sandığım yerin üzerine menekşesini ektiriyorum Pamuk'un... Bu kadar... Artık gidebilirmişiz... Son mu oldu yani?
Çok hızlı herşey! defalarca ölüm ilanını okuyorum ve okuduğum isimler bu kadar tanıdık ama bu kadar yabancı olabilir mi? Nie rüyamda anneannemi görmüyorum! Herkes o öldüğünden beri gani gani görüyormuş rüyasında, öyle diyorlar... Benim sıram mı değil daha? torun olmak böyle birşey sanırım!?! Eşyalarını toplamaya gidiyoruz annemle... Gülüyoruz bazen, bazen başka odalara kaçıp sessizce ağlıyoruz, bazen de yanyana... annemin içi acıyor biliyorum! Annesini bir daha göremeyecek olmasından çok korkuyor! Babaevi dediği düzenin kırılan vazo gibi parçalara ayrılmasına katlanamıyor... Ve biz de ki yapıştırıcılar kırıkları yapıştırmaya yetmiyor! Bir ceketini alıyorum Pamuk'un... bir kaç yemek tarifini, dedemin ona yazdığı aşk mektuplarını, bir geceliğini... Pamuk jartiyer bile dikmiş kendine diye gülüşüyoruz! 88 yıl on dört tane battal boy çöp torbasına sığıyor... Pazartesi ihtiyacı olanlara dağıtan bir kurum alacakmış diyor annem... Bunların hepsini alsınlar ama anneannemi geri versinler diye bağırasım var! susuyorum! Benim destek olmam lazım, makaraları salmak değil!Gecenin bir körü evden çıkıyoruz... Kalbimiz çok kırık! birbirimize söyleyemediklerimiz var annemle, ama ikimizde biliyoruz ki anafikir Pamuk'u çok özlediğimiz! Bir sürü keşke'miz var, bir onun kadar isyanımız! Arabama yürürken kafamı kaldırıp ışığın kapalı olmasına hiç alışık olmadığım pencereye bakıyorum... Kapkaranlık! Penceresinden anneannenin el sallamadığı ev, ev mi artık! Ben kaç sabah anneannem öldü diye ağlayarak uyanacağım? Annemi sosyalleştirmem gerek bir an önce... Pamuk istemezdi kaybolup gitmemizi onun yokluğunda! Bugün bakımevindeki odasını toplamaya gideceğiz annemle... Zor bir gün olacak yine! yine yokluğunu, artık HİÇ olmayacağını boğazımda ve midemde hissedeceğim!
bir teselli aradım, annem " anneannen ile deden sonunda birbirine kavuştular" dedi... hiç hatırlamadığım bir adamın Pamuk'u elimden almış olması nasıl bir teselli olabilir ki diye düşündüm başlarda! sonra dün akşam anneannemin sandığının en dibinde bulduğumuz inci gibi bir yazı ile yazılmış mektupları okudum... İçim rahatladı biraz, hala iyi hissetmesem bile! 28 sene sonra Pamuk'um onu çok seven, biraz uzağında olursa sayfalarca özlem dolu mektuplar yazan kocasının koynunda şimdi...
Benim onunla özlemimi gidermeyeyse daha zaman var sanırım..